İlkbaharın gelmesine rağmen hâlâ sabah saatlerinde hava çok soğuk oluyordu. Yaşlı kadın sandalyesinden güçlükle doğrularak pencereyi kapattı. Yüzünü okşayan ılık ilkbahar rüzgârına taşıdığı hanımeli kokusundan alarak uzaklaştı. Oturduğu sandalyede başını çevirmeden arkasına doğru uzandı her zamanki gibi, ama kırışmış parmakları alışılmışın dışında sandalyesinin yıpranmış derisine dokundu. O anda koyu bir gerçeğin tam ortasında olduğunu anladı. Arkasına yaslandı, pencereden içeriye süzülen ilkbaharın taze güneş ışığı yaşlı yüzünü aydınlattı. Kollarını göğsünde bağlayarak hüzünlü gözlerle bahçedeki hanımeli ağacını seyretmeye başladı. Bu ağacı kocası onun için dikmişti ama kadın, bahçenin arıların istilasına uğrayacağını söyleyerek azarlamıştı. Oysa hanımeli kadının en sevdiği çiçekti, adam karısını mutlu etmek için dikmişti hanımeli ağacını. Kadın hanımeli her açtığında kocasını tekrar tekrar azarlasa da aslında her gün çiçekleri seyretmek için erkenden kalkar pencerenin önüne otururdu. Kocası bir süre onu yalnız bırakır sonra elinde bir bardak çayla gelirdi. Sessizce bardağı bırakır, kadının oturduğu sandalyeye önceden bıraktığı şalı alır ve omuzlarını örterdi. Kadın elini bardağa doğru uzatmak istedi ama bardak yerinde yoktu. Çünkü artık kocası yoktu. Onu bir hafta önce kaybetmişti. Taziyeye gelen insanlar da birer birer çekilince hayatından, kocasının yokluğunu hissetmeye başlamıştı.
Kırk yılı aşkın süre önce evlenmişlerdi. Onu bir gün bile sevmemişti, sevememişti. Belki de sevmeyi hiç denememişti. O hep bir hayale âşıktı ve tüm ömrünü o hayalin peşinde geçirmişti. Hayatı akıp gitmişti ve kadın ne kocasını mutlu edebilmiş ne de hep kavuşmayı umduğu sevdiğine kavuşabilmişti. Şimdi bu adaletsiz dünyada yapayalnız kalmıştı. Tam da ona ihtiyacı olduğu zamanda kocası da bırakıp gitmişti. Öldüğü için kocasına kızabilecek kadar bencil biri olduğunu düşünerek kendisine kızmıştı. Şimdi tüm bencilliğinin bedelini yalnızlıkla ödüyordu. Bu bencilce düşünceler içinde bahçeyi seyrederken, gözleri bahçe duvarlarına takıldı. Yirmi yıldır bu evde oturuyorlardı, bahçe duvarındaki garip şekilleri ilk defa görüyordu. Gözleri artık iyi göremediği için duvardaki şekilleri tam olarak seçememişti. Başta umursamadı ama merakı zamanla arttı. Sonunda daha fazla dayanamayarak yerinden kalktı bastonuna dayanarak bahçeye çıktı. Kocasından sonra ilaçlarını almayı ihmal ettiği ve düzenli beslenemediği için bastona dayanmadan ayakta duramıyordu. Bahçe duvarına yaklaşana kadar duvardaki şekilleri anlayamadı. Renkli taşlarla “FK” harflerini gördüğünde neye uğradığını şaşırdı. Bastonu olmasa yere düşebilirdi.” Bu harfler hep bu duvarda mıydı?” diye düşündü. Ama sonradan yapılmış olmasına imkân yoktu. Yirmi yıldır defalarca gelmişti bu duvarın önüne ve yıllarca pencereden bu duvarı seyretmişti ama bu harfleri hiç görmemişti. Yaşlı bacaklarını zorlayarak hızlı hızlı evine doğru yürümeye başladı. Bacakları titreye titreye yürüyebildiği için bastonuna sımsıkı tutundu. Yatak odasına gelinceye kadar soluk soluğa kaldı. Uzun zamandır açmadığı sandığını yavaşça açtı. İçindekileri hızlıca sağa sola karıştırınca eline bir tutam mektup geçti. Zarflarının sararmış olmasından mektupların çok eski olduğu anlaşılıyordu. Elleri titreyerek içlerinden birini açtı.
“Canım sevgilim; bugün öğleden sonra seni parkta bekliyor olacağım. Artık beni görmenin vakti geldi ”
-FK
15 NİSAN 1955″
Kadın o gün yaşadığı heyecanı yaşlı kalbinde yeniden hissetti. Zarfın içinden çıkan kırmızı gülü eline alarak o günü anımsadı. Mektubu hiç kimseye görünmeden bahçedeki ağacın kovuğundan alarak odasına koşup bir çırpıda okumuştu. Heyecandan kalbi duracak gibi atıyordu. Sonunda onun yüzünü görecekti. Dolabından çıkarttığı beyaz elbisesini giyerek parkın yolunu tutmuştu. Ama ne o gün ne de başka bir gün gizemli sevgilisini hiç görememişti. Sonra da babası mektuplarını bulmuş ve apar topar onu yakın arkadaşının oğlu Fikret ile evlendirmişti. Kocasını hiçbir zaman sevmemişti. Ama bahçe duvarında bu harflerin yazılmasına da hiçbir anlam verememişti. Bir şeyler yemek için mutfağa girdi. Bir bardak ılık süt alarak sandalyesine oturdu. Tam içecekken bardağın kulpunda küçük bir yazı dikkatini çekti. Gözlüğünü takarak yazılanları dikkatle okudu. ”FK” yazıyordu. Emin olabilmek için defalarca okudu tekrar tekrar ama “FK” harfleri karşısında duruyordu. Bütün bunların bir rastlantı olduğunu düşünmek istese de kafasındaki soru işaretlerini bir türlü gideremedi. Takip eden günlerde de evde birçok defa “FK” harfleriyle karşılaştı. Bütün günlerini kafasını karıştıran soruları çözmekle geçirdi. Kocasının ondan intikam almak için böyle bir oyun oynadığını düşünüp ağladı. Kocasından o kadar çok nefret etmişti ki, sonunda ona ait ne varsa yakmaya karar verdi. Dolaptan eşyalarını çıkartırken yere bir defterin düştüğünü gördü. Güçlükle eğilerek defteri yerden aldı ve sinirle yatağa doğru fırlattı. Kocasına ait tüm eşyaları yaktıktan sonra yorgun düşen yaşlı bedenini yatağının üzerine bırakıp derin bir uykuya daldı. Ayağına değen sert bir şey ile uyandı. Uykusundan uyandıran şeyi atmak için doğrulup uyandığında ayağına değen şeyin kocasının defteri olduğunu anladı. Sinirle kaldırdığı kolunu yavaşça geri indirdi. Kocasına ait son hatırayı son anda atmaktan vazgeçti. Defteri okumaya karar vererek gözlüğünü taktı. İlk sayfasını açtığında bir tutam mektup yatağa düştü. Mektuplardan birini açarak okumaya başladı.
“K harfi ile başlayan tüm isimleri senin ismin olabilme ihtimali için seviyorum. Yüzünün benimle birlikte yaşlandığını görmek dünyalara değer.”
– FK
7 OCAK 1955″
Yaşlı kadın mektup elinde öylece kaldı. Bu mektubu o yazmıştı. Mektup ile başlayan bir ömürlük süren aşkın kanıtlarıydı bu mektuplar. Onu hiçbir zaman görememişti yalnızca mektupların altına yazdığı “FK” kısaltmasının kendi ismi ve onun isminin baş harfleri olduğunu düşünmüştü. Hayatını adı K harfiyle başlayan birini bulmaya adamıştı. Birçok kişinin o olduğunu düşünmüştü ama her defasında yanılmıştı. Ama bu mektupların kocasında ne işi vardı anlam veremiyordu. Birden kocasının onu bulup tüm bu mektupları almış olabileceğini düşündü. Ama kocası gerçekten iyi bir insandı ve onu da çok seviyordu bunu yapmış olamazdı. Düşüncelerini bir kenara iterek defteri açtı ilk sayfada büyük harflerle yazılmış “FK” yazısını okudu. Diğer sayfayı çevirdiğinde kocası ve kendisine ait bir fotoğrafın sayfaya yapıştırıldığını gördü bu fotoğraf onların düğün fotoğrafıydı. Kocası çok mutlu görünüyordu kadın ise onun tersine oldukça mutsuzdu. Sayfa çevirdikçe başka bir fotoğraf çıkıyordu karşısına, bu fotoğraflar tarih sırasına göre sıralanmıştı. Tüm resimlerde kocası çok mutluyken kendisi çok mutsuz görünüyordu. Her fotoğrafın altında “SENİNLE YAŞAMAK DÜNYALARA DEĞER” yazıyordu. Son sayfaya geldiğinde “KARIMA” diye başlayan bir not gördü.
“KARIMA
Sevgili karım, hastalığım artık iyice ilerledi, üzülme diye sana hiç anlatmadım ama artık zamanımın geldiğini hissediyorum. Bu yüzden sana her şeyi anlatmaya karar verdim. Ama hayatının tamamının bir yalan üzerine kurulu olduğunu yüzüne söyleyemedim. Bundan yıllar önce biri sana bir mektup gönderdi. Seni çok sevdiğini itiraf etmişti. Bir iki mektuptan sonra nihayet aşkına karşılık almıştı. Aslında mektubu yazan kişi kendini senden saklamayı hiç düşünmemişti. Tüm cesaretini toplayıp o parkta sana her şeyi anlatacaktı ama sen parkta onu fark etmedin, üstelik ona parkta birini görüp görmediğini sorduğunda onu hiçbir zaman sevmeyeceğini anladı. O gün senden vazgeçti ama arkadaş olan babalarınız evlenmenize karar verdiklerinde kaybettiği umutları yeniden yeşermişti. Sen aslında yıllarca beklediğin o aşkla kırk yıl bir yastıkta geçirdin.” FK” benim adım ve soyadımın baş harfleriydi. Beni biraz olsun görebilseydin, hayatının aşkıyla bir ömür geçirebilirdin.
– Fikret Keskin”
Yazan: Semiha Çetin