Puslu havayı teninde hissetmeden uyuyan Ömür Hanım, beş dakikada bir sönen sokak lambasının sarı ışığı aynasına yansıdığında uyanmadı. Ayna ki kocamandı, çerçevesi demirdendi. İşlenmiş demir, üstünde birkaç su benciği olan aynanın etrafında zamana göre solup gitmeyecek, daima orada kalacak ama asla kökü topraktaymışçasına kokmayacak çiçekler ve dallar halinde kıvrılıyordu.
Dolabın üstündeki eşya yığınlarının arasına konuşlanmış sinek, deliğinden çıktı. Oda ona hiç aşina gelmiyordu oysa bu onu iyi bir sinek yapacak özelliklerdendi. Odanın içinde bir tur attıktan sonra kararsızlıkla avizeye kondu. Sadece bu mahallenin odalarından ibaret değildi, uğraya uğraya artık evi saydığı yerler. Durdu ve kanatlarını dikleştirerek odayı tepeden tırnağa incelemeye başladı. Çalışma masasıyla ilgili düzenli olan tek şey, birbirinin eşi uzunlukta olan cilası yer yer dökülmüş ayaklardı. Çocuk dergilerinin verdiği çıkartmalarla bezeli bilgisayarın üstü biriktirilmiş haber kupürlerinin olduğu dosyayla kaplıydı. Yine de baktı mı fark ederdi insan, tarihin kocaman kırmızı rakamlarla yazılmış olduğu pürüzlü saman kâğıdı. O gecenin sabahında bir arkadaşı daha kopartamamıştı takvim yaprağını kahvaltı sofrasında otururken. Gel zaman git zaman, her şeyden bir ders almayı bellemişti. Kaynayan domates çorbasının buharına bakarken aldığı kararları uygulamamayı veya hayalindeki cadı olmak için lahanayı bir tutam tuzla ovmak gerektiğini. İnsan payına düşeni yaşayıp tüketince toprağın da en az güneş kadar candan olacağını kabul etmeliydi.
Biraz sağa dönen sinek, artık kilidi çalışmayan ceviz dolabı ve yatağında uyuyan kadını gördü. Dolabı iyi bilirdi, odayı anımsayamasa da dolabın içinde yaptığı turu unutmamıştı hala. Sıkıştırılmadan, ayrı ayrı askılara asılmış kıyafetler bakmasını bilen gözlere, şirketin verdiği gülümseyip göz kırpan alışveriş kartları gibi gözükürdü. Yine de gardıroptakiler sineğe altı ay önce kalp krizinden ölen Hacer Hemşireyi andırırdı. Nedeni gardıroba bakınca zihninde duyduğu naftalin kokusu muydu bilinmez. Belki de sadece Hacer Hemşirenin payına düşen, güzelliğin yüzüne veya ruhuna değil, tamamıyla kanına işlemesidir. Hatırladığı güzel günlerle kendinden geçen sineğin keyfi uzun sürmedi. Ortak zaman dilimlerinde yaşadıklarını düşündüğünde, her seferinde rüyasından bir sineklikle ayılırdı. Anlaşılan aralarındaki her ne ise pek de huzurlu değilmiş. Sinek son olarak yatakta uyuyan kadına baktı. Düzenli olarak onu ziyaret ettiğine şüphe yoktu çünkü evi onun mahallesindeydi. Ama odaya göz attığında hiç sineklik göremedi. Yeniden baktı; yine göremedi. Kanının Hacer Hemşireninkiyle kıyaslanamayacağını bilmesine rağmen kalbinde Ömür Hanıma karşı derin bir sevgi duydu sinek. Uyurken bile kaşları çatık, yastığı kavramış elleri sıkı birer yumruktu. Yakası dantelden gecelikler bile filmin sonunda mutluluğu kaçınılmaz olan Yeşilçam kadını yapamazdı onu. Ne olduğunu unutan sinek, göz açıp kapayana kadar alnına konmuştu. İçinde doğan acıma duygusu ile saçını okşamaya başladı. Önce nefes alışverişinin ritmi bozulan Ömür Hanım, elinin tersiyle alnına vurdu. Sersemleyen sineğin çıkardığı sesle gözlerini aralayıp el yordamıyla yerde duran gazeteyi aldığı gibi duvara yapıştırdı. Sinek, kuruyup yere düşene kadar duvarda kaldı. Gazete ise çoktan bir yere fırlatılmıştı. Puslu havayı teninde hissetmeden uyumaya geri dönen Ömür Hanım, beş dakikada bir sönen sokak lambasının sarı ışığı aynasına yansıdığında yine uyanmadı.
Yazan: Mina Pelit
Çok duru, abartısız, sakin bir üslup, güzel tasvirler. Yazarın kalemine sağlık…
Çok keyifliydi.Demlik’ten daha çok yazılar bekliyoruz 🙂