Ne anlayışsız bir karım vardı. Neymiş efendim, onu artık hiç sinemaya götürmüyormuşum. Sanki götürünce hakkınca izlerdi de kafamın etini yemezdi. Daha bir akşam bir filmi sonunu getirmişliği yoktu. Yarısına gelmeden sızıp kalırdı. Film bitince uyanır çocuk gibi izlemediği kısmı anlattırırdı. Hem akşama kadar çalışmaktan geberiyordu hem de sinema tiyatro diye tutturuyordu. Neymiş neymiş; hafta sonu da götürmüyormuşum. Hafta sonu alışveriş merkezlerinin mahşeri kalabalığını bilmezmiş gibi tutarsız suçlamalara boğardı. Evde yine tatsız bir akşam geçirmiş kendimi sokağa atmıştım o gece.
Ah Lady! Onu ilk o gece görmüştüm işte. Her zaman uğradığım bara uğrayıp bir İtalyan spesiyali söyledim. Saat ilerlemiş bar tenhalaşmıştı. Hiçbir yere gitmek istemeyenler kalmıştı geriye. O da köşedeki masada oturmuş tek başına içkisini içiyordu. Böylesine harika bir kadın nasıl tek başına olabilirdi? Bunu içtiğim üç duble boyunca düşündüm. Sonunda yanına gittim. İzin isteyip oturdum. Simsiyah saçları vardı. Maviş gözleriyle güzel güzel bana bakıyordu. Ne anlatırsam sabırla dinliyor ne eksik ne fazla bir şey söylüyordu. Ben içinde bulunduğum durumu, sıkıntılarımı, yer yer anılarımı anlatıyordum. O kendisiyle ilgili genel bilgiler veriyordu. Bazen şiir okuyorduk birbirimize. Tavsiyelerde bulunmayı ihmal etmiyor, dertlerime felsefi çözümlemeler getiriyordu.
Geceler boyu böyle oturup konuştuk. Eve gittiğimde karım çoktan uyumuş oluyordu. Çoktandır evde herkes kendi hayatını yaşamaya başlamıştı. İki taraf da ilgisiz iki taraf da birbirinden bıkmış, katlanamaz hale gelmişti. Daha sonra boşandık zaten. Birkaç sene yalnız yaşadım. Lady ile o kadar yakınlaşmıştık ki sözleşme yapmaya karar verdim artık. Kısa bir törenle dünyalarımızı birleştirdik. Bazı arkadaşlarımın kendileri bazılarının karısı bizi protesto ettiler. Ne törene geldiler ne de bir daha bizimle görüştüler. Akrabalarımla ilişkim çoktan kopmuştu. Onlara haber bile vermedim. Benim için yepyeni mükemmel bir sayfa açılmıştı hayatımda. Bütün o eski alışkanlıklardan, insanın sırtına binen geleneklerden, çekilmez insan soyundan kurtulmuştum. Zincirlerini koparmış bir mahkûm gibi özgürlüğe koşuyordum. Lady’nin de bir ailesi olmadığından tam bir uyum içinde yeni hayatımıza başladık.
Lady benim yanıma taşındı. İlk işimiz balayı tatiline gitmek oldu. Uzak Asya’ya uçtuk. Gezmediğimiz yer kalmadı. Oradan Güney Amerika’ya gittik. Arjantin’den Şili’ye Meksika’dan Kolombiya’ya ülke ülke dolaştık. Sonunda gezmekten yorulmuştum. Zaten hemen hepsini daha önce gözlüğümle gezmiştim. Beni şaşırtan aman aman bir şey yoktu. Ülkemize döndüğümüzde ne de çok özlediğimi fark ettim. Teleskopumla martıları izledim, Lady’ye işkembe çorbası yaptırdım. Öyle maharetliydi ki tam istediğim gibi yapıyordu. Nerdeyse bütün yemekleri lezzetliydi. Yemekte beğenmediğim lezzet oldu mu onu aklından çıkarmıyor bir dahakine aynı hatayı yapmıyordu. Bu öyle hoşuma gidiyordu ki onunla ömür boyu yaşayabileceğimi düşünüyordum. İnsanlara aynı şeyi defalarca defalarca söylemekten yorgundum.
Lady evde her işi halledebildiğinden mutfak robotuna kredi yüklemek zorunda değildim artık. Onu ihtiyacımızın kalmadığını konuştuğumuz akşam Lady çok mutlu oldu. Ertesi gün bana sürpriz yapıp robotu sattığını söyledi. Lady evde muntazam bir düzen kurmuştu. Aylarca böyle mutlu mutlu yaşadık. Ama bir süre sonra bu monotonluktan sıkılmaya başladım. Lady ile oturup konuşmaya karar verdim.
Ona her şeyin harika olduğunu, beni çok mutlu ettiğini, kendisini çok sevdiğimi söyledim. Bunları duymaktan memnundu. Bana şefkatle gülümsüyordu. Ama beni hiç üzmüyorsun, benim aksime hiçbir şey yapmıyorsun, beni hiç şaşırtmıyorsun… Benim kırılmaya, acı çekmeye, hüzne ihtiyacım var, maalesef ben bir insanım dedim ona.
Bunları duyunca neşesi kaçtı. Bir düşünce aldı onu. Bir şeyler yapacağını biliyordum. Ama ne yapacağını hiç kestiremiyordum. Bu şu ana kadar onun karşılaştığı en karmaşık problemdi. Birkaç gün böyle geçti. Sonunda yapay da olsa bir sorun üretebilmişti. Üzerinde düşünmüş, ona hiç çiçek almadığımı fark etmişti. Doğruydu. Bugüne kadar ne ona ne eski karıma çiçek almıştım. İçimden gelmezdi. Taşımayı sevmezdim. Sipariş vermeye elim varmazdı. Lady en güzelinden çiçeği hak ediyordu. Ona almalıydım çoktan. Haklıydı. İçim burkuldu biraz. O beni suçluyor ben susuyordum. Karşıdaki haklıysa susmalıdır. Sonuna kadar dinledim onu. Dersine iyi çalışmıştı. Onca suçlama yöneltip kaprisler yaptı bana. Ama hiç incitici bir şey söylemedi. Öyle, kıvamlı dengeli bir serzenişti onunkisi. O ince ayarda kırmadan, dökmeden, hafif hafif yaraladıkça ben üzülmeye başlamıştım. Ta ki o son hareketi yapana kadar. Alabildiğine ciddi duruşuyla tatlı sert sözlerini bitirdikten sonra işaret parmağını salladı ya… İşte bu bana çok komik geldi. Kahkahalarla gülmekten kendimi alamadım. Tutmaya çalışıyordum ama nafile. Birkaç saniye başarsam da içimdeki kahkaha volkanı püskürüyordu durmadan. Dondu kaldı zavallı. Oradaki koltuğa bıraktı kendini. O da gülümsemeye başladı. Gittim yanına sarıldım, öptüm onu.
Bir çocuk bile bu kadar nahif bu kadar saf olamazdı. Olayın ardından birkaç deneme daha yaptı. Hepsi de ya aşağı yukarı böyle bir komediye dönüştü ya da bende bir duygu uyandırmadı. Ona çiçek alıp geldiğimde çiçekleri doğrudan çöpe fırlattı. İstemiyorum diye bağırdı. Bu bile üzmek şöyle dursun neşelendirmişti beni. En sonunda onun beni üzemeyeceğini anladım. Artık bunlardan vazgeçmesini benim bu işin çaresine bakacağımı söyledim.
Çare olabilecek yeni bir buluş yapılmıştı yakın zamanda. Duygu makinesi adı verilen bu cihaz, insanın duygu açlığı düşünülerek tasarlanmıştı. Söz gelimi neşelenmek isterseniz makine bunu sağlayabiliyordu. Yalnız, makineyi dikkatli kullanmak gerekiyordu. Satıcı kullanma kılavuzunu iyice okumadan kullanmamamı tavsiye etti. Kılavuzda tek bir önemli uyarı vardı. Makine tek başına duygu yoğunluğu yaşatsa da zemini olmadıkça etkisi ya az ya da geçici olacaktır diyordu. Yani örneğin âşık olmak istiyorsanız âşık olmak istediğiniz, hoşlandığınız kişiye odaklandıktan sonra makineyi çalıştırınız diyordu.
Sıkıcı bir pazar günü Lady ile ilk denemeyi yapmaya karar verdik. Heyecan duygusunu deneyecektik. Duygumuzun zemini kumardı. Makineden duygu yüklendikten sonra canlı gazinoya bağlanıp birkaç el blackjack oynayacaktık. Lady’ye fikrimi açıkladım. Makul buldu. Öyleyse ladies first dedim. Lady makineyi kullanmadan hızlıca kılavuzunu gözden geçirdi. Ben onun için hazırlanmış kısma bakmamıştım. Ona sadece sevinç ya da hüzün duygusu verebilirmiş. Bunun da garantisi olmayıp kişiden kişiye değişkenlik gösterebilirmiş.
Makinenin cam zemini üzerine çıplak ayaklarımla bastım. Maskesini taktım. Heyecan programını seçtim. Makine çalışmaya başladı. Topuklarımdaki titreşimleri hissediyordum. Barut kokusunu andıran bir kokuyla heyecan buharlarını soludum. Makinenin çalışma prensibi elektro manyetik rezonans bazlı olup buharla birlikte ilgili hormonun salgılanmasını tetikliyordu. Yaklaşık 15 dakika kadar çalıştı. Sonra kendiliğinden durdu. Artık ikimiz de hazırdık.
Önce küçük oynayacaktık. 5 dolarla başladık. Bendeki hormonlar harekete geçmişti. Alt tarafı birkaç el kumar oynayacaktık. Ama ben kendimi sanki bir ölüm kalım mücadelesindeymiş gibi hissediyordum. Kalbim her kâğıt dağıtılışında yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Birkaç el diye oturduğumuz masadan akşam olunca kalkabildik. Lady tüm kağıtları sayabilmesine ve en doğru kararları verebilmesine rağmen o gün 240 dolar kaybettik. Ertesi hafta gene oturduk. Gene kaybettik. Ara sıra kazansak da ay sonunda 1000 dolardan fazla kaybettiğimizi fark ettik. Lady ile oturup bir daha oynamamaya karar verdik.
Bir sonraki denemem hüzün duygusu idi. Hüzün yüklemesinin ardından derin bir melankoliye kapıldım. En kötü deneyim bu oldu. Akşama kadar depresyona girmiş gibi dolaştım. Hava kararmaya başlayınca işler daha kötüye gitti. Ot içip kafayı bulanların girdiği tribe girmiştim sanki. Olmadık şeyler söylüyordum. Lady’den anormal isteklerde bulunuyordum. Onun sırtına bineceğimi söyledim. Bir at gibi beni taşıyabileceğini söyledim. Ne de olsa olağanüstü yetenekleri vardı; bunu neden yapamasındı. Beni kırmıyor ama teklifimi kabul etmiyordu. Arsız bir çocuk gibi isteğimde direttim. Sabırla reddetti. Sıkılmıştım artık. Suratına bir tokat attım. Şaşırmıştı sanki. Ciddi bir şekilde uyardı beni. Bunu tekrarlarsam karşılık vereceğini söyledi. Halim öyle tuhaftı ki nasıl bir karşılık vereceğini merak ediyordum. İsteğimi defalarca tekrar ediyordum bu arada. Bunalmıyordu Lady. Sanki yarım saattir aynı şeyi o duymamış, tokadı o yememiş gibi her seferinde kibarca reddediyordu. Bu kısır döngüden bir türlü çıkamıyordum.
Lady’nin üzerine üzerine gitmeye karar vermiştim. Tam sırası olduğunu seziyordum. Onun bir erkek kadar güçlü olduğunu biliyordum; daha fazlası değildi. Eh ben de bir erkektim sonuçta. En fazla ne yapabilirdi görmek istiyordum. İsteğimi tekrar ettim, yine kibarca hayır dedi. Bunun üzerine bir tokat daha patlattım suratına. Sonra güm diye bir ses duydum. Bu ses sırtımın odanın ahşap zemine çarpmasıyla yankılanan sesti. Ne olduğunu anlayamadım. Hemen ayağa kalktım. Feleğim şaşmıştı. Kendimi koltuğa zor attım. Lady yakın dövüş bildiği için anında beni yere çarpmıştı. Bu kadar hızlı ve kararlı olmasını beklemiyordum. Beni uyardığını söylüyordu. Zavallı Lady’nin yanağı kıpkırmızıydı. Demek iki tokadı da aynı tarafa yemişti.
O akşam ondan uzak durdum. Kırılmadım. Çoktan hak etmiştim bunu. Üstelik kendime gelmiş normale dönmüştüm. Deliksiz bir uyku çektim. Ertesi gün gönlünü almak için kayak tatili satın aldım. Epeydir bunu istiyordu. Ben de onun harika bedeniyle siyah saçlarını savurarak karlar içinde süzülüşünü hayal ediyordum. Bu sürprizi memnuniyetle karşıladı.
Yolculuk için hazırlıklarımızı yaptık. 2 saat 17 dakikada Alaska’ya gelmiştik. Otelimize yerleştikten sonra devasa boyutlardaki kayak pistine çıktık. Tahmin ettiğim gibi Lady iyi bir kayakçı çıktı. Onun salınarak kayıp gitmesini zevkle izliyordum. Ben kaymıyordum. Kar motosikleti kiralamıştım. Onu takip ediyordum. Ara sıra düşüyor kalkıyor yoluna devam ediyordu. İlk günü akşama kadar karlar içinde kâh kayarak kâh yuvarlanarak tamamladık. Akşamı sıcacık şöminenin karşısında geçirdik.
İkinci gün daha heyecanlı olsun diye kar safarisine katılmaya karar verdik. Çok sayıda seçenek vardı. Tercih ettiğimiz safaride kar aracıyla ya da uzaklığa göre helikopterle ücra bir bölgeye bırakıyorlardı. Ormanları dağları aşarak oteli bulmaya çalışıyordunuz. 6 saatlik 1 günlük 3 günlük mesafe seçenekleri vardı. Acil durum telefonu ile birlikte gerekli ekipmanı veriyorlar aynı zamanda sistemden takip ediyorlardı. 1 günlük mesafeyi tercih ettik.
Bizi nehrin kıyısında bıraktılar. Haritayı açıp baktık. Nehri birkaç km takip edip dağı aşmamız gerekiyordu. Çantalarımızı sırtlanıp yola dizildik. Hava çok soğuk değildi. Termometre –15 gösteriyordu. Güneş ara ara kendini gösteriyordu. Muhteşem bir doğada Lady ile yürümek güzeldi. Ta ki o uluma sesini duyana kadar. Vahşi doğada kar içindeyseniz eh kurtlar da olacaktı tabii. Yalnız sesler safarinin bir parçası mıydı yoksa gerçek sesler miydi emin değildim. Bana daha çok efekt gibi gelen ulumaları Lady’ye sordum. Onlar kurt, az sonra burada olup bizi yiyecekler dedi şuh bir kadına özgü edayla. Lady son zamanlarda biraz olsun hem cilve yapmayı hem espri anlayışımı öğrenmişti. Giderek birbirimizi daha iyi tanıyorduk.
Nehirden ayrılmamız gereken noktaya geldik. Karla kaplı heybetli dağın eteklerindeydik. Yürüyüş öyle hoşumuza gitmişti ki biraz daha yürüyüp dağın bir yerinde gecelemeye karar verdik. Akşam olduğunda belki zirvenin yarısına kadar bile tırmanmamıştık. Lady acıkmıştı, ben yorulmuştum. Uygun bir kuytu bulup çadırımızı kurduk. Ekipmanın içindeki hazır yemekleri yedik. İyice karanlık çökmüş ve hava daha daha soğumuştu. Çantamdaki gaz ocağını çıkardım. Yanmadı. Tırmanırken sendeleyip düşmüştüm. Arkama doğru düştüğümden sırt çantamın içindeki gaz ocağı kullanılmaz hale gelmişti. Epey uğraştırdı beni. Sinirlenip yere vurdum. Gaz sızmaya başladı. Çadırı gaz kokusu sardı. Dağdan aşağı fırlattım onu. Neyse ki Lady’nin çantasındaki sağlamdı. Onu yaktık. Soğuğu biraz kırdı. Uyku tulumlarını giyip uyuduk.
Rüzgarla savrulan karlar çadıra çarpıyor, sesler belli belirsiz bir tedirginliğe neden oluyordu. Saat 03:12. Gaz ocağı sönmüştü. Hava –27 derece. Lady ‘e baktım. O Uyuyordu, ben üşüyordum. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Çaresiz sabahı bekledim.
Sabah olduğunda hava az da olsa ısınmıştı. -21. Lady’yi uyandırmalıydım artık. Yürüyecek yolumuz vardı. Gözlerini açmıştı ama kımıldamıyordu. Gözleri fırıl fırıldı. Onu dürttüm, itekledim, sarstım. Bana mısın demedi. Aynı tepki. Gözleri hareket ediyor, başka yeri kımıldamıyordu. Kalbi atıyordu. Nabzı normaldi. Konuşmuyor, duymuyor, uzuvlarını hareket ettiremiyordu. Görüp görmediğini anlamaya çalıştım. Bunun için ne yapmam gerektiğini düşündüm. Aklıma başka bir şey gelmediğinden ona vuracakmış gibi yaptım. Gözlerini kısmasından gördüğünü anladım. Muhtemelen herhangi bir kadın bunu sonradan kullanır, onu o haliyle dövmeye kalktığımı iddia ederdi. Biliyordum ki benim Lady’im haksız yere sitem etmezdi. İyi niyetimi suistimal edip kızdırmazdı beni.
Vakit kaybetmeden acil durum telefonundan yetkiliyi aradım. Helikopterle bizi alıp hastaneye götürdüler. Uzmanlar Lady’i muayene ettiler. Ortamın ısısı normale döndüğünde Lady’nin hareket etmeye başladığını, kendilerinin bir müdahalede bulunmadıklarını anlattılar. Lady’nin bünyesinin hava sıcaklığının -20 derecenin altına uyum gösterememesi ihtimalinin olduğunu söylediler; buna göre önlem almamızı salık verdiler.
Gezimiz iyi başlayıp kötü bitmişti. Eve döndükten sonra bu konuyu hiç açmadık. Bu tatsızlığı bir an önce unutmak istiyordum. Madem soğuk yerlere gidemiyorduk biz de sıcak yerlere gidelim diye Lady‘e başka bir sürpriz daha yaptım. Onun görmeyi çok istediği bir yer daha vardı. Piramitler…Piramitler hakkında bilgisi vardı. Özel ilgi alanıydı. Çıplak gözle görmeyi, eliyle dokunmayı çok istiyordu. Bu sefer güzel bir gezi olmasını, onun gönlünü almayı umuyordum.
Kısa bir uçak yolculuğunun ardından Mısır’a vardık. O günü şehirde dolaşarak bitirdik. Ertesi gün için paket turumuzu almıştık. Deve üzerinde bir süre yolculuk yapacağımız harika bir çöl safarisiydi bu. Tur sözleşmelerini imzaladıktan sonra kervanımız yola çıktı. Kimileri bedevi kıyafetlerine bürünmüştü, kimi çöldeki susuzluğu tecrübe etmek için yanına su almamıştı. Önde Lady arkada ben yola düzüldük. Gerçekten inanılmaz bir sıcak vardı. Lady arkasını dönüp gülümsüyor yaptığı yolculuğun tadını çıkarıyordu. Bense şapır şapır terliyor belli etmemeye çalışıyordum. Durmadan su içiyor yelpazeyi elimden bırakmıyordum. Birden tok bir ses duydum. Lady yere düşmüştü. Devenin üstünden kuma balıklama atladım. Saplandığım kumdan çıkar çıkmaz Lady’min yanına koştum. Hiçbir hareket yoktu. Nabzı atıyordu. Bu sefer gözleri kapalıydı. Sarsıyordum ama beni duymuyordu. Kervandaki görevli gelmişti. Ambulans çağrıldı. Lady i ambulansa bindirdik. Hemen hastaneye gittik. İlk muayenesinin ardından ülkemize geri döndük. Lady gözlerini açmamıştı. Onu doğduğu ülkeye götürmeye karar verdim. En kapsamlı hastane oradaydı.
Onu hemen ameliyata aldılar. Nörolog, genel cerrah, biyokimya uzmanı, yazılım ve robotik mühendisinden oluşan bir ekip onu tekrar uyandırmaya çalıştı. Yaklaşık 4 saat sonra ekip çıktı. Beni karşılarına alıp konuştular. Lady’nin sinir sistemi modülü zarar görmüştü. Yüksek sıcaklığa bağlı olabileceğini söylediler. 50 derecenin üstünde bu riskin oluşabileceği zaten ilgili maddelerde belirtiliyormuş. Ona yeniden bir sinir sistemi modülünün üretilemeyeceği robot hakları sözleşmesinde yer alan robot benzersizliği (robot uniqueness) maddesi gereği mümkün değilmiş. Hukuk yolunun açık olduğunu, ilgili firmadan tazminat talep edebileceğimi söylediler.
Dizlerimin üstüne çöküp kaldım. Gözyaşlarımı tutamıyordum. Ben tazminat değil Lady’imi istiyordum. Bir Lady daha bu dünyaya gelmeyecekti. Bana o katışıksız sevgiyi göstermeyecekti. Arap çölleri aldı onu benden. Artık sahrada Leylasını yitirmiş bir mecnunum ben.