Mistik bir etkisi olan ve çeşitli hikâyelerin anlatıldığı Kızkulesi yapıldığından günümüze kadar çeşitli amaçlar için kullanılmıştır. Kimi zaman mezar kimi zaman kule bazen depo bazen gümrük olarak bazen de savuma amaçlı kale olarak çeşitli amaçlarla kullanılmıştır.
Kızkulesi’nin mimari yapılanma süreci M.Ö. 341 yılına kadar uzanır. O dönemlerde boğazın çıkıntısı olan bu burun, (daha önce yarımada olduğu ile ilgili söylenceler vardır) “vus” adı ile anılır. Bu tarihte Komutan Chares’in eşi için, mermer sütunlar üzerine yapılan bir anıt mezar kimliğinden sonra, M.Ö. 410’da Sarayburnu’nun bulunduğu yerden, kulenin bulunduğu adaya zincir gerilerek, boğazın giriş ve çıkışlarını kontrol eden bir gümrük istasyonu haline getirilir.
M.Ö 411 yılında Atina ile Sparta arasındaki savaşın sonunda, Atinalı General Alkibiades tarafından Spartalıları kontrol altında tutabilmek için, kenti zincirle kuşatıp, burayı kale haline getirmiştir. Aklibiades’in buradan geçen gemilerden gümrük parası aldığı bilinmektedir.
M.S. 1110’lara geldiğimizde ise ilk belirgin yapı (kule), İmparator Manuel Comnenos tarafından inşa ettirilir. Savunma kulesi olarak inşa ettirilen bu yapı “Küçük Kale” anlamına gelen Arcla adını alır. Bu yapı ile ilgili net bilgiler olmamakla birlikte bugünkü boyutlarına yakın olduğu düşünülmektedir.
İstanbul’un fethi sırasında savunma amaçlı olarak kullanılan kule, 1453 yılından sonra çok farklı amaçlarla kullanılmıştır. Osmanlı döneminde savunma kalesi olmaktan çok bir gösteri platformu olarak kullanılmış ve Mehterler burada adaya yerleştirilen topların atışları ile birlikte nevbet (bir çeşit İstiklal Marşı) okumuşlardır.
1509 depreminde zarar gören yapı, daha sonraki yıllarda tekrar inşa ettirilir. Bunun dışında ilave edilen fenerle de gemilere yol gösterme işlevi yüklenir. O dönemde inşa edilen yapı, kule ve kale olarak iki ayrı bölümden oluşmuş ve içine sarnıç yapılmıştır
1719 yılında fenerden çıkan alevle yanan Kızkulesi, 1725 yılında şehrin Baş mimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından tekrar onarılır. Kule kısmı biraz değiştirilerek üst tarafa camlı bir köşk ve onun üzerine de kurşunla kaplı bir kubbe oturtturulur ve bina kâgir olarak tekrar yapılır.
Yıldırım düşmesinden gemi çarpmasına kadar pek çok felakete maruz kalan yapı, 18. yüzyılda sürgün için bir ön istasyon işlevi görür.
1830 senesinde kolera salgınının şehre yayılmaması için karantina hastanesine dönüşür.
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş devrine girmesi ile tekrar savunma kalesi olarak kullanılmaya başlanır ve toplarla donatılır. 1832 yıllarında tekrar bir tadilattan geçer, kubbenin üzerinden yükselen bir bayrak direğine sahip olur ve ünlü hattat Rakim’in yazısı ile kapısının üzerindeki mermere Sultan II. Mahmut’un tuğrasını taşıyan kitabe yerleştirilir.
1857’de tekrar fener ilave edilir ve 1920 yılında fenerin lambası otomatik ışık yapma sistemine kavuşur. 1944 senesinde restorasyon yapılır.
1959 senesinde Askeriye’ye devredilir ve radar istasyonu olarak kullanılır.
1982 senesinde Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne devredilir. 1990 senesinde Kasımpaşa’daki Deniz Yolları depolarının yıkılması sonucunda gemilerdeki fare ve haşerelerin öldürülmesinde kullanılan siyanür, Kız Kulesi’nde depolanmıştır. Burada görevli personel siyanür ile yaşamak zorunda kalmıştır ve sonucunda şikâyet edilerek buradan kaldırılmıştır.
Mitolojiden günümüze Yerebatan Sarnıcı’ndan kuleye uzanan dehlizler tüneller olduğu söylenir. Bu dehliz ve tüneller günümüzde su depose adıyla anılan sarnıçları beslemektedir. Kulenin restorasyonu esnasında tatlı su kaynağı ve sarnıçlara açıldığı tahmin edilen kapak bulunmuştur. Bu tünellerin bildiğim kadarıyla Yerebatan Sarnıcı’ndan başlayıp Kızkulesi’ne oradan Kadıköy’e oradan da Kınalı Ada’ya kadar gittiği ve Kınalı Ada’da bir kilisenin içinden çıktığı söylenir. Hatta Bizans döneminden bir imparatorun bu tünellerle kaçtığı söylentisi vardır. Bu zamana kadar bu tüneller varsa bile artık kullanılmaz hale gelmiştir.
1992′ den itibaren buranın özel sektöre devri konuşulur, İstanbul Belediyesi, Üsküdar Belediyesi, Mimarlar Odası, Şairler, Turing, Ulusoy Şirketler Grubu gibi pek çok kurum çeşitli medyatik projeler üretirler.
Kızkulesi’yle ilgili çeşitli hikâyelerde bilinmektedir. En çok bilineni ise yılan sokması sonucu hayatını kaybeden imparatorun kızıdır.
Hikâyelerden biri de Battal Gazi hikâyesidir. Hikâye ise şöyledir:
Battal Gazi Hikayesi Osmanlı Dönemi’nde geçer. Hikâye; Battal Gazi’nin askerleri ile birlikte Kızkulesi’ne baskın yaptığını ve kulede saklanan hazineleri alarak, burada yaşayan Üsküdar Tekfuru’nun kızını kaçırdığını anlatır. İstanbul’u (Constantinopoli) kuşatmaya gelen Battal Gazi, kuşatmadan bir sonuç alamayınca Kızkulesi önündeki kıyıya karargâhını kurar ve yedi sene burada kalır.
Hikâyeye göre, Battal Gazi’nin Üsküdar kıyılarında bu kadar uzun süre kalmasının asıl nedeni, tekfurun kızına âşık olmasıdır. Üsküdar tekfuru, Battal Gazi’nin korkusuyla, kızını hazineleri ile birlikte kuleye kapatır. Şam seferini tamamlayarak Üsküdar’a dönen Battal Gazi, kayık ile Kızkulesi’ne gelerek, tekfurun kızı ve hazinelerini aldıktan sonra Üsküdar’dan atına atlayıp oradan uzaklaşır. Çokça bilinen “Atı alan Üsküdar’ı geçti” lafı bu hikâyeden gelir.
Bu hikâyeden zamanımıza gelen bir diğer miras da Kızkulesi’nin ismi ile ilgilidir. Türkler, bu olaydan sonra, diğer efsanelerdeki prenseslere de atfen buraya Kızkulesi ismini vermiştir.
Bir başka hikâye ise Aslanlı Kapıdır. Bu hikâyede şöyledir:
İmparator Konstantin zamanında hazineden para çalınmaktadır. Kralın kızı hazineyi korumakla görevlidir. Hırsız bir dehlizden gelmektedir. Kralın kızı hırsıza kılıcıyla saldırır ve hırsız dehlizden kaçar. Hırsız zamanla zengin olur. Kralın kızıyla intikam amaçlı evlenir. Kralın kızı, babasının yanına kaçar. Kral, kızını korumak için kızını Kızkulesi’ne kapatır. Koruma amaçlı kuleye aslanlar getirilir. Hırsız ilk başta aslanları etkisiz hale getirse dahi sonunda onlara yem olur.
Kızkulesi şimdiki gibi eskiden de aşk hikâyeleri ile anılırdı. Bunlardan en bilineni Hero ve Leandros’un birbirine olan aşkının anlatıldığı hikâyedir. O hikâye ise şöyledir:
Yüzerek geleceğim sana.
Güzel kız, senin sevgin uğruna,
Sana geleceğim.
Sen beklerken beni ürkek bakışlarla,
Yüzerek geleceğim sana.
Dalgalar gemilere bile geçit vermese,
Yüzerek geleceğim sana.
Azgın dalgalar arasından…
Bu efsanenin Çanakkale boğazının en dar geçidinde ortaya çıktığı da söylenir. Ancak günümüzde, belki de sahip olduğu romantik dokusundan olsa gerek, Kızkulesi denildiğinde en çok bilinen hikaye “Hero ve Leandros”un ölümsüz aşk hikayesidir.
Efsaneye göre zamanında Üsküdar sırtlarında Tanrıça Afrodit adına bir tapınak vardır. Hikayede adı geçen Hero, genç kızların görev yaptığı bu tapınağın rahibelerindendir. Hero, Kulede kumrulara bakmakla görevlidir. Her yıl ilkbaharda, doğanın uyanışı adına tapınak çevresinde törenler yapılır, aşkı bulamayanlar, hayal ettikleri sevgililerine kavuşabilmek için Afrodit’e yakarırlar.
Boğazın karşı kıyısında oturan Leandros da bu törene katılmak için tapınağa gelir ve Hero’yla karşılaşır. İki genç ilk görüşte birbirine aşık olur. Ancak arada büyük bir engel vardır. Hero, bir rahibedir ve evlenmesi yasaktır. Oysa Leandros, ne pahasına olursa olsun Hero’ya kavuşmak istemektedir. Bir gece kıyıdan Kule’ye bakarken, Kızkulesi’nin tepesinde bir ateşin yandığını görür. Hero, elindeki meşale ile Leandros’a yol göstermektedir. Durgun denize, ayın parlak ışığı eşlik eder. İyi ve dayanıklı bir yüzücü olan Leandros, Hero’ya kavuşma hayaliyle Boğaz’ın sularına atlar. Var gücüyle yüzmeye başlar ve Kule’ye varır. İki genç, o gece aşklarını kutsarlar.
Kızkulesi o günden sonra her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder. Leandros, fırtınalı bir gecede, biricik aşkı Hero’ya kavuşmak için Boğaz’ın azgın sularına bırakır kendini. Hero da her gece olduğu gibi meşalesiyle, Leandros’a yol gösterir. Ancak Hero’nun, biricik aşkına yol gösteren meşalesi rüzgârın da etkisiyle söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros, nereye doğru yüzeceğini bilemez ve Kule’den gittikçe uzaklaşır. Yorgun ve bitkin düşen Leandros daha fazla dayanamaz ve Boğaz’ın karanlık sularında kaybolur. İçini kaplayan dayanılmaz endişe ile sabaha kadar sevgilisini bekleyen Hero, Leandros’un cansız bedenini karşı kıyıda görünce, bu acıya dayanamaz ve kendini Kızkulesi’nden Boğaz’ın sularına bırakır.
En çok bilinen ya da benim Kızkulesi denince aklıma gelen ilk hikaye yılanlı hikayedir. O hikaye ise şöyledir:
Hero ve Leandros’un, kavuşamayan âşıklara atfen anlatılan bu hikâyesinden başka bir de Kleopatra’nın sonuna benzer bir sonun anlatıldığı yılanlı hikâye vardır.
Bizans imparatorunun bir kızı olur. İmparator buna çok sevinir ve kızının doğum gününü, ülkesinde bayram ilan eder. Her yıl, prensesin doğum günü bayramı görkemli bir şekilde kutlanır. İmparator, bilginlerinden, kızının tahta hazırlanması için eğitilmesini ister. Fakat bilginlerin en yaşlısı, imparatora, kızının on sekiz yaşına basmadan bir yılan tarafından sokularak öleceğini kehanet eder. Bunun üzerine imparator, denizin ortasındaki küçük bir adacık üzerinde yer alan kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir.
Böylece yıllar geçer. İmparatorun kızı on sekizine basmak üzeredir. Ancak, kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına, kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan, prensesin tenine süzülerek zehrini boşaltır. İmparator, kızının ölümüne çok üzülür ve kaderden kaçılamayacağını anlar. Kızı toprağa gömülürse, yılanlara yem olacağını düşünerek, prensesin cansız bedenini mumyalatıp pirinç bir tabuta koydurur. Tabutun da Ayasofya’nın yüksek duvarlarından birinin üstüne yerleştirilmesini emreder. Böylece, kızının hiç değilse ölüsünün yılanlardan korunacağını düşünür. Bugün bu tabutun üstünde iki delik vardır. Yılanın, prensesi ölümünden sonra da rahat bırakmadığı anlatılır.
En son Kızkulesi’yle ilgili anlatılacak konu ise ünlü şair Nazım Hikmet Ran’la ilgilidir. O hikâye ise şöyledir:
Ünlü Türk şairi Nazım Hikmet’in hayatında da kulenin önemi büyüktür. 1827’de Almanya’da doğan Karl Detroit, henüz 12 yaşında bir gemiyle İstanbul’a gelir ve karaya Kızkulesi’nden çıkar ve günümüz anlatımına uygun olarak Osmanlı’ya iltica eder. Mehmet Ali adıyla sarayda eğitim alır. II. Abdülhamit döneminde de paşa unvanını alır. 1878′ de Berlin Antlaşması esnasında Osmanlı’yı temsil eder. Bu antlaşma Hristiyan cemaatlere haklar tanıdığı için tutucu çevreler tarafından Osmanlı’yı gâvura satan adam diye suçlanır ve Arnavutluk’ta linç edilir. 4 kızı olan Mehmet Ali Paşa’nın kızlarından Leyla Hanım’ın da Cemile Hanım adında bir kızı olur. Onun oğlu ise ünlü şair Nazım Hikmet’tir. Ocak 1921’de Nazım Hikmet milli mücadele için Anadolu’ya giderken gemisi Kızkulesi önünde durdurulur ve aranır. 1950′ de hapisten çıkan Nazım, özgür kalınca en çok istediği şeyi yapar; Salacak sahilinden büyük dedesi Mehmet Ali Paşa’nın çıktığı Kızkulesi’ne bakar ve elini suya daldırır.