Asıl adı İsmail Kemalettin (Demir) dir. 1910 Yılında İstanbul’da dünyaya gelen Kemal Tahir, öykü ve romanları ile ‘gerçekçilik akımı’ nın ülkemizdeki önemli temsilcilerinden biri olmasının yanında 1200-1950 tarihleri arasındaki 750 yıllık süreçte Anadolu insanının sosyal ve kültürel etkileşimleri, hayat görüşü ve düşünce yapısına yönelik kapsamlı araştırma, tespit ve tezleri ile isminden sıkça söz ettirmiş bir fikir adamıdır.
“Sanatta önemli olan, bir kelimenin şöyle veya böyle söylenmesi değil, neyi anlatmakta oluşudur. Biz, insanlarımızın hangi seslerle konuştuğunu değil, neler söylemek istediklerini, dünyayı nasıl gördüklerini merak etmeliyiz.”
Babası Tahir Bey II. Abdülhamit‘in yaveri, annesi Hubser Hanım ise Naile Sultan‘ın nedimesi idi. İlk öğrenimini, Tahir Bey’in görev aldığı Osmanlı Devleti’nin muhtelif vilayetlerinde yaptı. Orta öğrenimini ise Cezayirli Hasan Paşa Rüştiyesi‘nde Cumhuriyetin ilan edildiği yıl tamamladı. Galatasaray Lisesi‘nde 10. Sınıfa kadar öğrenim gördü ancak, annesinin veremden ölümü ve babasının yeniden evlenmesi sonucu okulu bırakarak hayata atıldı. Bir süre avukat katipliği ve sonrasında Zonguldak Kömür İşletmeleri’nde ambar memurluğu yaptı. Bu dönemlerde kaleme aldığı şiirleri 1931 Yılında ‘İçtihat Dergisi‘nde yayımlanınca edebiyat hayatına ilk adımını atmış oldu.
“Aslanın ölüsüne karşı söylenenler, dirisine karşı söylenemeyenlerdir.”
1932 Yılında İstanbul’a dönen yazar, muhtelif gazetelerde düzeltmen ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Bir yıl sonra Arif Nihat, Yakup Kadri, Nuri Tahir, Ertuğrul Şevket, Fakih Özden ile birlikte ‘Geçit’ adlı edebiyat dergisini çıkardılar. Bu dergide Kemal Tahir’in şiirleri yayımlanıyordu. Yazdığı şiirlerin bir kısmı, 1933 Yılında Varlık Dergisi‘nde de yayımlandı. Geçit Dergisi yazarlarından Ertuğrul Şevket’in TKP üyesi olan arkadaşı Mustafa Börklüce vasıtası ile tanıştığı Nazım Hikmet ve devrin önde gelen sosyalist yazarları ile kurduğu diyaloglar sonucu ‘Marksist Öğreti ‘yi benimsedi. Bir farkla ki o, Türkiye’yi sosyalizmin klişe kalıpları içerisinde şekillendirmenin Anadolu insanının hayat görüşüne ve yaşam alışkanlıklarına ters düşeceğini, ülke gerçeklerinden hareketle Anadolu’ya has bir sosyalizm kurgusunun gerekliliğini savunuyordu. İlerleyen yıllarda daha da keskinleşen bu inancı onu, Klasik Sosyalistler (Marksist-Leninistler) ile bir yol ayrımına getirecekti.
“İslamın şartı beş, Marksizmin şartı birdir; o da haddini bilmektir.”
>1936 Yılına kadar yazı işleri müdürlüğü görevini yürüttüğü Tan Gazetesi ‘nde çalışmaya devam etti. Aynı yıl “Namık Kemal İçin Diyorlar ki” adlı ilk kitabı yayımlandı. Bu kitapta, Falih Rıfkı Atay, Vâlâ Nurettin, Peyami Safa, Nazım Hikmet, Ercüment Ekrem Talu ve dönemin diğer ünlü yazarlarının Namık Kemal hakkında sorulan yedi soruya verdikleri yanıtlar ile Kemal Tahir’in bu yazarlar hakkındaki tespitleri bulunuyordu. Anket kitapçığı niteliğindeki bu eser, edebiyat dünyasında uzunca bir süre gündemde kaldı ve tartışıldı.
“Bilimsel olarak tespit edilmiş bir konu tek başına bir edebi esere konu olamaz. Edebiyatçı bilimin vardığı yerden sonrasını zorlamak zorundadır. Bir sosyolog tarihe bilimsel açıdan yaklaşacağı için sadece aklını kullanır fakat bir romancı tarihe bakarken ve onu kendi harcına katarken hem aklını hem de sezgilerini kullanır.”
1937 Yılında “Bir Çalgıcının Seyahati” adlı ilk romanı yayımlandı. Aynı yıl, İzmir’de öğretmenlik yapan Fatma İrfan Akersin ile evlendi. 1938 Yılında donanmada astsubay olarak görev yapan kardeşi Nuri Tahir‘e, Sabahattin Ali‘nin bir kitabını verdiği için ‘askeri isyana tahrik ve teşvik’ suçlamasıyla tutuklandı. Tarihe “Donanma Davası” olarak geçen davada Nazım Hikmet; Hikmet Kıvılcımlı, Kerim Korcan, Hamdi ve Emine Alev, Fatma Nudiye Yalçı, Seyfi Tekbilek, Mehmet Ali Kantan ve Hüseyin Durugün ile birlikte yargılanarak 15 yıl ağır hapse mahkum olunca bu evliliği yürütemedi ve 1940 Yılında boşandılar.
“İki çeşit insanla konuşmağa doyulmaz. Ya hakikaten basit, yahut hakikaten alim olmalı.”
Çankırı, Çorum, Kırşehir, Malatya ve Nevşehir cezaevlerinde toplam 12 yıl hapis yattı. 1950 Yılında çıkarılan ‘Genel Af Yasası’yla serbest kaldı. Cezaevinden çıkar çıkmaz ikinci eşi Semiha Sıdıka Hanım ile evlendi. Bir süre İzmir Ticaret gazetesinin İstanbul temsilciliğini yaptı. Bu dönemlerde ekonomi ile ilgili yazılar yazdı ve çeviriler yaptı. 6-7 Eylül Olayları‘nda gözaltına alındı ve Harbiye Cezaevi‘nde 6 ay daha hapis yattı. 1957-58 Yıllarında Aziz Nesin ile birlikte kurdukları ‘Düşün Yayınevi‘ni yönetti. Bu yıllarda Halit Refiğ, Metin Erksan ve Atıf Yılmaz ile senaryo çalışmaları yaptı. “Haremde Dört Kadın” adlı senaryosu bu dönemin ürünüdür ve Halit Refiğ ile birlikte gerçekleştirmiştir.
“Gerçekten uzak düştüğümüzü, gerçek olaylar bile bize anlatamıyorlarsa, rezilliğimizi hiçbir kuvvet, hiçbir palavra örtbas edemez.”
Gerek kurgulaması ve gerekse konusu itibarı ile ilk öznel eseri “Göl İnsanları” dört bölümlük uzun bir öykü olarak önce Tan Gazetesinde tefrikalar halinde, 1955 Yılında da kitap haline getirilerek yayımlandı. Aynı yıl yayımlanan “Sağırdere” adlı romanı ise hapishanede bulunduğu dönemlerde yazımına başladığı ve ‘Çankırı’nın Yamören Köyünden Mustafa’nın yaşam öyküsünden hareketle, köyün ve köylünün sorunlarını, özlemlerini ve yaşam anlayışını meşrebince okuyucusuna sunduğu, edebi kariyeri açısından önemli bir eserdi. Esir Şehrin İnsanları (1956) ve altı yıl sonra yayımlanacak Esir Şehrin Mahpusu (1962) romanlarında düşman işgali altındaki İstanbul’u anlattı. “Körduman” adlı romanı, Sağırdere’nin devamı olarak 1957 ‘de yayımlandı. Kemal Tahir, bu ilk romanlarının müsveddelerini basımlarından önce eleştirilerini almak amacıyla Nazım Hikmet’e göndermişti. Nazım Hikmet, müsveddeleri okuduktan sonra gönderdiği mektuplarda; “roman kurgulama tekniğinden, gözlemlere dayalı analiz ve tespitlerinden, ifade gücünden, diyalogların anlam ve sürükleyiciliğinden etkilendiğini, buna karşın fakir-zengin köylü ilişkilerinin, derebeylik kalıntılarının, sınıf çatışmalarının daha çarpıcı bir biçimde ifade edilmesini gerekli gördüğünü ve yazacağı ek pasajlarla bu eksikliği giderebileceğini” belirtmişti.
“Anti kapitalist olmayan bir hareket anti emperyalist de olamaz. Bu manada kurtuluş savaşı ile emperyalizme karşı değil düşman devletlere karşı bir zafer kazanılmıştır. ”
Kemal Tahir’in bu mektuplara ne şekilde yanıt verdiğini, Nazım Hikmet kendisine gelen mektupları saklamadığından bilemiyoruz. Buna mukabil, Kemal Tahir’in sonraki yıllarda yayımlanan Yedi Çınar Yaylası (1958) ve Köyün Kamburu(1959) adlı romanlarında; Osmanlı Devletinde resmi mülk sahibinin devlet olmasından yola çıkarak Anadolu’da Batıda olduğu gibi toprak mülkiyetine dayanan feodal bir yapılaşma bulunmadığını ifade etmesi, toprak ağalarının batı toplumlarındaki derebeyler gibi bir tarihi geçmişe sahip olmadıklarını, dolayısı ile köksüz ve mesnetsiz olduklarını vurgulamasından anlaşıldığı kadarı ile bu noktada aralarında bir fikir birliği sağlanabilmiş değildi. Bununla birlikte, Rahmet Yolları Kesti (1957) adlı romanında, Yaşar Kemal‘in aynı yıllarda yayımlanan ‘İnce Memed ‘ adlı eserine de bir gönderme yaparak ‘hiçbir eşkiyanın devletin gücü ile baş edemeyeceğini’ vurgulaması bu kanıyı daha da kuvvetlendirmektedir.
“Batılı insanla doğulu insanın dış benzerlikten başka hiçbir benzerliği yoktur, birisi kuşsa birisi balıktır.”
Kelleci Memet (1962) adlı romanında, yanında çalıştığı ağayı kaza kurşunuyla öldüren bir gencin öyküsünü yazdı. Bu eserinde cezaevi yaşamını tüm gerçekleri ile okuyucusuna aktardı. 1962-65 yılları arasında tarihsel araştırmalara yoğun bir mesai harcadı. Araştırma konularının başlıcalarını, Doğulu-Batılı çatışmaları, devlet, Osmanlı Devleti’nde toplum ve mülkiyet kavramları oluşturdu. Bu derinlemesine araştırmaların ürünlerini, Yorgun Savaşçı (1965), Bozkırdaki Çekirdek (1967) ve Devlet Ana (1967) adlı romanları olarak verdi. Yorgun Savaşçı’da, Yüzbaşı Cemil’in nezdinde, subayların Trablus’tan Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar cephelerde çektikleri çileler ve buna rağmen İstanbul ve İzmir’in işgali ile yaşanan acı sonuçları işledi. Yılgın ve bezgin subaylar ile mahiyetlerindeki orduların Mustafa Kemal’in sayesinde nasıl derlenip toplandığını anlattı. Bu romandaki en dikkat çekici husus, uzun diyaloglarla örselenen roman iskeletinin, kahramanların canlılığı ve olayların akıcı bir dille anlatımı sayesinde ustaca korunmuş olmasıdır. Eser, ‘1968 Yunus Nadi Roman Ödülü‘nü aldı. Köy Enstitüleri’ne eleştirel bir gözle bakan Bozkırdaki Çekirdek (1967) adlı romanı ise olumlu olumsuz birçok eleştiri aldı.
“Elbise yaptırırken terziye ölçü vermesini biliyoruz da bir sistemi almak istediğimiz zaman sosyal bünyemizin ölçülerini neden aklımıza getirmiyoruz?”
Devlet Ana, tarihsel arka planda toplumsal bir analiz romanıdır. Osmanlı Beyliği‘nin kuruluş aşamasındaki çatışmalar, Selçuklu Devleti‘nin yıkılışıyla önü açılan Osmanlı’nın gerçekleştirdiği atılımlar; bir tarihsel roman gerçekliği, ustaca oluşturulmuş bir kurgulama ve okuyucuyu derinden etkileyen bir ifade gücüyle, adeta destansı bir tavırda okuyucuya sunulmuştur. Osman Gazi, Orhan Gazi, Şeyh Edebalı, Yunus Emre, tarihi önem ve nitelikleriyle birer roman kahramanı olurlarken, Şövalye Notüs Gladyüs, Hancı Mavro, Tekfur Kızı Lotus, Kerim Çelebi gibi kurgu karakterler olaylara, sahiden varlarmışcasına ulanarak romana heyecan katarlar. Devlet Ana Romanı adını, Kayıların Kadın Kolu‘nu yöneten Bacıbey Devlet Hatun ile Asya tipi üretim tarzı yorumunun getirdiği “kerim devlet” anlayışından alır. Başyapıtı olarak kabul edilen ve ‘1968 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü‘nü alan bu eseri ile Kemal Tahir, Osmanlı Devleti‘nin hangi temeller üzerine kurulup geliştiğini okuyucusuna aktarmaya çalışmıştır.
“Yığını anlamak insanı anlamak değildir. İnsanı anlamadığı halde yığını anlıyorum sanmak kendini aldatmaktan ibarettir.”
Klasik Sosyalistler, Devlet Ana’ya büyük tepki gösterdiler. Kitaba ve yazarına karşı tam anlamıyla bir linç kampanyası başlatıldı. Onlara göre Kemal Tahir, Osmanlı toplum düzeninin sınıfsız olduğunu iddia etmekle Marksizm’e en büyük ihaneti yapmıştı. Daha da ileri gidenler onu “devleti gereğinden fazla yücelttiği” gerekçesi ile milliyetçilik, hatta faşistlikle suçladı. Yazarın bu kişilere tarihi yanıtı şudur;
“Bizde işveren-işçi alışverişi, burjuva-proleterya alışverişine hiç benzemez! Onların işi başka, bizim işimiz büsbütün başka!.. Batı’da, soyca işçi ailelere bol bol rastlarsınız da, Türkiye’de soyca işçi kalmış aileler bulmak zordur. Çünkü bizde sınıflar arası duvar yoktur! Batı insanı, sınıfının içinde sıkışıp kalmıştır. Başka sınıfa atlamayı düşünmez bile!.. Olası bir iş değildir! “Hiç olmaz” demek istemiyorum. Bazı olağanüstü insanlar, bir kolayını bulmuş, duvarı aşmayı becermiştir. Fakat bu istisnalar, kaideyi değiştirmezler! Asıl kural, sınıfının içinde yaşamaktır.
Bizde böyle sınıflar arası aşılmaz duvar yoktur. Bir insan köyünden kopar, gelir şehrin kenar mahallelerine. Üretimle hiçbir ilişiği olmayan bir iş bulur kendisine. Tutalım bir apartman kapıcısı olur, ya da varlıklı bir ailenin yanında yanaşma. Az sonra, devleti ve vatandaşı soymanın yollarını öğrenmeye başlar. Eğer bir de yatkınlığı varsa, bir süre sonra bakarsın, şehrin göbeğinde koskoca bir apartman dairesine kurulmuş, purosunu tüttürerek, teneke karaborsası, bilet, sigara, viski karaborsasının kralı olmuştur. Soydan ticaretle uğraşa gelmiş öteki insanlar, bu zibidinin aralarına girmesine aldırış bile etmezler! İlk günlerde biraz dilinin kabalığına, görgüsünün azlığına gülüverirler ama sonraları bu da unutulur…
Bizde bir işçi, oğlunu pekâlâ okutur ve başka bir sınıfın adamı yapar… Bunun örnekleri sayısızdır. Türkiye’de orta sınıfı işçi besler. İşçi, bir kuşak sonra dükkân sahibidir. Ama Batı işçisi, çocuğunu parası olsa da dilediği okullarda okutamaz; almazlar! Alsalar bile sınıf geçirmezler! Diplomayı ele geçirse bile, iş vermezler; kurduğu işleri yıkarlar! Burjuva kızını ayarsa, evlenmelerine engel olurlar! Batı’da duvarı aşmak bir marifet! Bizde sınıf değiştirmek, bir odadan öbür odaya geçmek kadar kolaydır.”
Kemal Tahir, yalnız klasik sosyalistler tarafından değil, Devlet Ana ve Bozkırdaki Çekirdek romanları ile Kemalistler tarafından da ağır eleştirilere hedef oldu. Osmanlıyı övdüğü, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını yeterince yüceltmediği, gerçekleştirilen inkılapları ve köy enstitüleri girişimini eleştirdiği için onu gericilikle suçladılar. Daha da ileri gidenler, ona “Osmanlı’nın Sosyalist Şeyhi” lakabını yakıştırdı. Çevresinde kalan az sayıda destekçisine de “Tahiriler” adını verdiler. Sonuçta, durum öylesine bir hal aldı ki milliyetçilikle alakası olmadığı halde milliyetçiler savunur ve destekler, sol görüşlü olduğu halde solcular yerer oldular.
“Eski zaferlerden çokca bahsedilen bir yerde, yeni zafer ümidi kalmamış demektir.”
Kemal Tahir, 21 Nisan 1973′ de İstanbul’da geçirdiği bir kalp krizi sonucu yaşama veda etmiştir. Ölümünden sonra yayımlanan Namuscular( 1974), Karılar koğuşu(1974 ), Damağası(1979 ) romanlarında da kırsal kesim insanlarını ve cezaevi yaşamını konu aldı. Bu yapıtlarda kırsal kesime özgü, çoğunlukla çarpık insan ilişkilerini sergiledi, dikkat çekici tipler yarattı. “Karılar koğuşu”, “Yorgun savaşçı”, “Esir şehrin insanları” adlı kitapları beyaz perdeye de uyarlandı. 12 Eylül Askeri Darbesi sonrası “Yorgun savaşçı” filminin kopyaları “resmi tarihe uymadığı” gerekçesi ile dönemin başbakanı Bülent Ulusu‘nun emriyle toplatılarak yaktırıldı.
“Seni bilmem ama ben usandım, mucizeler memleketi vatandaşı olarak yaşamaktan. Hem mucizeden mucizeye hopluyoruz, hem kıçımızda donumuz yok.”
Kemal Tahir’in romanları öylesine akıcıdır, dili o denli durudur ki sular seller gibi okuyup bir çırpıda bitiriverirsiniz. Düşünmek, sorgulamak, dahası bu toplumu anlamak, düşünce sistematiğini çözmek isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir romancıdır. Alev Alatlı‘ya göre “Türkiye’nin Tolstoy’u” dur o.
“Görmek bile nispidir. Kaşınan yeri parmak gözden daha iyi görür.”
Özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti hakkındaki araştırmaları ve bu araştırmaları dayanak alan tespitleri, okunmaya ve üzerinde eni konu düşünülmeye değerdir. Mickey Spillane bir tarikate girip ‘Mayk Hammer’ roman serisini yazmayı bırakınca, hararetli Türk takipçileri için sayfası 1 kuruşa 4 Mayk Hammer romanı yazmıştır ki incelendiklerinde orijinallerinden hiç de aşağı kalır yanları olmadıkları görülür.
“Korkuların bulunduğu yerde, bildiğimiz toplumsal suçluluk duyguları vardır. Eğer bu böyle olmasa, bütün bir toplumu, delilikle, ruh hastalığına tutulmuşlukla nitelemek gerekir.”
İster Kemalistler isterse klasik sosyalistler olsun ülkemizdeki aydın kitlenin tabulaştırdığı ve dokunulmasına tahammül edemediği kalıplaşmış ideolojilerin gökten zembille indirilerek bu ülkeye tatbik edilebilmesinin mümkün olamayacağını, bunun ülke insanının beyin kimyasıyla uyuşmayacağını savlayan aykırı kafalardan biridir Kemal Tahir. Muhtelif -ist’ lerce yerin dibine sokulurken, Türkçe’yi en başarılı biçimde kullanan, onu yerel deyimler ve sözcüklerle zenginleştiren, başarılı diyalog ve eylemlerle hafızalardan silinmeyen yeni yeni kahramanlar yaratan usta romancılığının hiçe sayılması gerçekten üzücüdür. Ona yönelik ağır eleştiri ve ithamlara rağmen davasına inanmış bir aydın olarak, Atilla İlhan gibi Sabahattin Ali ya da Necip Fazıl gibi doğru bildiği yolda tek başına yürümeyi tercih etmiştir.
“Burjuva zengin demek değildir. Burjuva üretim çılgınlığına kapılmış, üretmek ve satmak için ahlak, namus, din, aile, millet, insanlık gibi sosyal varlıkların topunu birden gözden çıkarmış bir rezillik toplamıdır. Bunu yetiştirmek kolay değil. Yetiştirilemez bu meret. Onu şartlar hazırlar.”
Onu şiddetle yerenlerin yanında anlayan ve sevenler de olumuştur kuşkusuz. Bülent Ecevit, İsmail Cem, İsmet Bozdağ, Sabahattin Selek, Aziz Nesin, Tahir Alangu, Orhan Apaydın, İdris Küçükömer, Halit Refiğ, Duygu Sağıroğlu, Metin Erksan, Ömer Lütfi Akad bunlardan yalnızca birkaçıdır. Günümüzde II. Cumhuriyetçiler ya da Marksist Liberaller” olarak bilinen Asaf Savaş Akat, Mete Tunçay, Murat Belge, Engin Ardıç, Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler, onun tarafından ortaya atılan fikirleri geliştirerek, yeni ve bu toprağın insanına uyan bir siyasi ideoloji geliştirme gayretlerini halen sürdürmektedirler.