Herhangi bir konuşma zorluğu ya da kekemeliği yüzünden değil Züğürt Ağa filmindeki Kekeç Salman’a benzerliği yüzünden birkaç arkadaşı ona Kekeç lakabını taktı. Yarısı vasat yarısı tembel olan ilkokuldaki sınıfında çalışkan üç çocuktan biriydi. O zamanlar tembel çocukların karneleri Geçer ve Başarısız notları ile dolardı. Geçer notu Geçer denmesine rağmen kötü bir nottu. En kötüsü Başarısızdı. Her şeye rağmen karne zamanı gelip de karnelerini birbirlerine gösterdikleri zaman notları ister iyi olsun ister kötü bütün çocuklar açık gizli bir haz içinde olurlardı. Bir karne alabilmiş olmak zaten yaşam dersinde başarılı bir not almak anlamına geliyordu.
İlkokulu bitirip ortaokula geldiğinde kendini hiç tahmin etmediği bir sınıfın içinde buldu. O güzel, nahif ilkokul yılları geride kaldı. Bu ortaokulda neydi böyle? Bütün çocuklar çalışkandı nerdeyse. Seçme bir sınıftı onunkisi. Belki üç beş çocuk vardı tembel sayılabilecek. Hemen her derste bütün çocuklar parmak kaldırıyor, sorulan sorulara cevap verebilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Özellikle fen derslerinde bu bilgi azmanı çocuklar kuduruyordu adeta. Fen dersinin hocası Tahsin Hoca da bu durumdan memnundu. Soru soran, sorulara cevap veren çocukları çok severdi. Onların bu şevkini kışkırttıkça kışkırtıyor, çatlayıncaya kadar koşturmak istiyordu. Fen derslerinde sınıfta öyle bir gürültü oluyordu ki dışardan sınıfı dinleyen biri içerde maç yapıldığını sanırdı.
Sınıf otuz beş kişi kadardı. Tahsin hocanın dersinde sorulan soruya cevap vermek için bunların otuzu çığlık çığlığa bağırarak havaya zıplıyor, cevap verebilmek için öğretmene yalvarıyorlardı. Soruya cevap veren çocuk bir de aferin almışsa ağzı kulaklarına varmışçasına yerine oturuyordu. Sonra sınıftaki gürültü kesiliyor, yalnızca hoca konuşuyor ya cevabı genişletiyor ya da başka bir sorunun hazırlığını yapıyordu. Cevap hakkı alamamış çocuklar üzülüyor, yeni soruyu iple çekiyorlardı.
Kekeç bu ortaokul da neymiş böyle dedi. Bu çocuklar nerden biliyordu bütün soruları? Hepsi kendisi gibi ilkokuldan yeni mezun olup gelmemiş miydi buraya? Kendi okulunun sönük kaldığı açıktı. İlkokuldan sadece bir arkadaşı onunla aynı sınıfa düştü. O da pek parlak bir öğrenci değildi zaten, şimdi de pasif azınlık arasındaydı.
Kendi arkadaşlarını özleyiverdi. Neredeydi beden dersinden başka iyi dersi olmayan sümüklü Yalçın? Zayıf notlarla dolu karneyi uçak yapıp uçuran Ümit, kırık notlarına bakıp sırıtan Mesut? Yapayalnız hissediyordu bu sınıfta. Basbayağı acı çekiyordu.
O günkü ıstırap dolu fen dersi sonlara doğru geldiğinde dakikaları sayar oldu Kekeç. Bitime artık on dakika kadar kalınca Tahsin Hoca dersin son bölümünde soru cevap rüzgarının şiddetini arttırdı. Daha çok soru soruyor daha çok cevap istiyordu. Tabii mümkünse bütün sınıfta söz hakkı almayan çocuk kalmasın, herkes en azından bir kez derse katılsın ve konuşsun istiyordu. Bu son dalga sulanmadık çiçek bırakmadı. Tahsin hoca sorduğu sorunun ardından eğilip bükülüyor, havaya zıplayıp duran onlarca kolun arasından hiç cevap hakkı alamamış kolun sahibini tespit etmeye çalışıyordu. Kekeç’ten başka parmak kaldırmayan çocuk kalmadı. Bu baskıya daha fazla dayanamadı. Parmak kaldırmaya karar verdi. Ne var ki hiçbir hazırlığı yoktu ve konudan bihaberdi. Öyle hemen kitaptan bakıp doğru yanıtı söyleyebilecek uyanıklık da yoktu onda.
İlkokulda sınıf üçüncüsü iken gelip burada son sıralarda yer almayı gururuna yediremedi. Henüz hiçbir soruya yanıt verememiş olmak düpedüz onur kırıcıydı. Her yeni soruya doğru cevap veren çocuk sanki gelip karnına bir tekme atıyordu. Tuhaf bir şekilde sorulara yanlış cevap da verilmiyordu. Sorulan elli sorudan belki bir belki iki tanesi yanlış veya eksikti en fazla. Ama ne olursa olsun parmak kaldırmaya mecburdu artık.
İşte yeni soru geliyordu. Tahsin hoca soruyu fırlattı sınıfa. Bu sefer gururla kendisi de havada kapma yarışındaydı. Onun da eli havadaydı artık. Herkes gibiydi. Sınıfın bir parçasıydı. Yapayalnız değildi. İlk defa parmak kaldırışını gören yakın sıralarda oturan çocuklar hayretle bakıyordu. Bu bakışa bile değerdi aldığı risk. Soru sorulmuş parmaklar sınıfın tavanını delik deşik etmeye başladı yine. Tahsin hoca şöyle bir baktıktan sonra kemendi Kekeç’in boynuna attı. Arka sıralardan çekip çıkardı Kekeç’i. En arkada oturuyordu. Kekeç bu sınıfta her açıdan arkalardaydı doğrusu.
Orada dedi Tahsin Hoca hiç söz almayan arkadaşımız var, o söylesin. Kekeç’e cevap hakkı tanıdı. Sınıfta çıt çıkmıyordu. Herkes yerine oturdu, Kekeç ayağa kalktı. Züğürt Ağa ya kazık atmış Kekeç Salman’ın utancından kat kat fazlaydı onunkisi. Kekeleyemedi bile. Tek bir söz edemedi. Bütün sınıf ona bakıyordu. Değil konuşmak nefes almak bile haramdı sanki.
Tahsin hoca yılların hocasıydı. Arkadaşınız heyecandan cevabı unuttu dedi. Vakit kaybetmeden başka birine cevabı söyletti. Bu küçük kazadan sonra sınıf yoluna devam etti. Kekeç ise orada kaldı.
O gün dopdolu geçen fen dersinde çocuklar çok şey öğrendiler. Bilgilerine bilgiler kattılar. Çok sorular sordular, çok cevaplar verdiler. Ama hiçbiri Kekeç gibi bir ders alamadı. Kekeç’in o gün öğrendiklerinin haddi hesabı yoktu.
Mahalle baskısı, bir topluluğa dahil olma ihtiyacı, yalnız kalma korkusu, yanlış hamle yaptırmış Kekeçe, aslında bu baskı genelde hepimize yanlış yaptırır da pek farketmeyiz, işimize gelir çünkü. Tek başına kalma riski, topluluğa uyduğumuzda oluşacak riske göre çok daha korkutucu geldiği için yalan yanlış da olsa fazla sorgulamaz, uyarız araziye. Bazen bişeylerin yanlış olabileceğini hissetsek bile sağımıza solumuza baktığımızda bu yersiz endişemiz ortadan kalkıverir, rahatlarız. Çoğunluğa uyma baskısı o kadar kuvvetlidir ki, profesyonel satıcılar bunu çok kullanır. Ramazan davulcusu kapı kapı dolaşırken elinde de 20 TL likler, 50 TL likler sallanır, cebi vardır ama koymaz cebine. 5 TL bahşiş vermek için kapıya çıkmışsınızdır ama geri dönüp 20 TL alırsınız içerden, davulcu bile bu psikolojiyi bilir. Fetö himmet toplarken ekipten birisi ortaya 1000 TL atar en baştan, kafanızdaki 100 TL himmet verme planı bir anda çöpe gider. İbadet yaparken, şunu şöyle yapmak yanlış gibi gelir bazen ama etraftaki herkes öyle yaptığına göre kuruntu yapmışsınızdır, uyarsınız hemen ortama, kafanız netleşir. Profesyonel algı yönetimi merkezleri birilerini parlatır, birilerini gömer, sağa sola bakarsınız ikna olursunuz, demek ki birisi kötüdür, diğeri süper. İktidardan nefret eder, muhalefeti yere göğe koyamazsınız mesela, yönetim değişirse her şey güzel olacaktır, bu kadar insan yanlış düşünüyor olamaz çünkü. İnsan hem tembeldir hem de kendine güvensiz, o yüzden ortama uymak rahat ettirir, riski azaltır, anlatılanı doğru kabul edip devam ederiz.