“Cadılar Bayramı, 1963. Ona Ekim Çocuğu ya da Testere Surat veya Testere Dişli Jack diyorlar. Adı ne olursa olsun, bu küçük kasabadaki herkes onun kim olduğunu biliyor. Her Cadılar Bayramı’nda elinde bıçağıyla yolculuğuna başlıyor ve genç erkeklerin efsanevi kâbusla yüzleşme şansını beklediği şehre doğru ilerliyor. Pete McCormick, Ekim Çocuğu’nu öldürmenin bu lanetli kasabada korkunç bir gelecekten kaçmak için tek fırsatı olduğunu biliyor. Ancak gece bitmeden Pete, korkunun testere dişli yüzüne bakacak ve Ekim Çocuğu’nun korkunç sırrını keşfedecek.”
Yayımlandığı yıldan beri türlü yorum ve eleştirilerin hedefi olmuş, 119 sayfaya sığdırılmış, sarkastik ve bir o kadar da ürpertici bir masal Kara Hasat. İlk bakışta kitap bize tanıdık bir resim sunuyor: 60’lar, küçük bir Amerikan kasabası, daha önce pek çok kitapta karşılaştığımız tiplemeler ve tüm bunların ortasında korkunç bir canavar avı. Şiddetin yapısallaştırılmış, rutine bindirilmiş hâli. Bitmek bilmeyen semboller ve folklorler.
Fakat biraz derine indiğimizde bu eser, bundan çok daha fazlasını anlatıyor. Kimilerine göre Amerikan Rüyası’nın nasıl çarpıtıldığını, kimilerine göre canavar avının tamamen sembolik bir anlatı olduğunu gösteriyor… Her okurun hemfikir olduğu tek şey ise, kitabın temasını tek bir kelimeye indirmenin neredeyse imkânsız oluşu. Ne tam bir sistem eleştirisi ne de sadece tüyler ürpertici bir Cadılar Bayramı masalı.
Kitap, temel olarak Cadılar Bayramı’nda her genç erkeğin katıldığı ölümcül bir avı anlatıyor. Bu kasabada yaşam zaten başlı başına bir mücadele; avı kazanmak ise, en azından teoride, hayatta kalmayı biraz kolaylaştırıyor. Yine de herkesin hayatı, yılın bu gecesinde gerçekleşen avın etrafında şekilleniyor ve her yıl yalnızca bir kişi galip çıkıyor. Peki, galip olmak gerçekten ne demek? Bu kasabada, hatta gerçek hayatta, şiddetle beslenen bu döngüyü kırmak mümkün mü? Belki de kazanmak, kaybetmekten çok daha acı ve kaçınılmaz bir sona hizmet ediyordur; bir zaferin bedeli, hiç tahmin edemeyeceğimiz yerlere götürebilir.
Kara Hasat, gücünü edebi anlatımından veya derin, kolayca bağ kurulan karakterlerinden değil, atmosferindeki incelikten ve ustaca yaptığı sorgulamalardan alıyor. Ekim ayının sonunda, hatta tam Cadılar Bayramı gecesinde okunmak için oldukça leziz ve bir o kadar karanlık bir “novella” sunuyor bizlere. Son sayfayı çevirdiğimizde ise, şiddet ve hayallerle örülmüş bu soğuk kasabadaki avın gerçekten hiç sona erip ermediğini merak ediyoruz. Nihayetinde, gerçeği kim bilebilir ki?