Koca şehrin tantanasından, trafiğinden, telaşından uzak, evinde güzel bir kahvaltı yapma hayaliyle uyandığım bir pazar sabahıydı. Aylardan şubat. Hava, günlerdir buz kesiyor. Öyle soğuk yani… Nihayet beklenen kar, bu sabah yeryüzüne nazlı bir gelin gibi salına salına teşrif etti.
Koşar adım gidip arabaya bininceye kadar burnumun ucu dondu. Ne kadar üşüyebilirdim ki sıcak evden, sıcak arabaya, oradan da sıcak markete giderken… Demlediğim çay demini alıncaya kadar gidip gelmeyi planladığım market alışverişi, çoluk çocuk yapacağımız nefis bir kahvaltının hayali bile içimi ısıtmaya yetti. Markette ne bulduysam dolduruyordum, herkesin sevdiğini düşündüğüm tatlı, tuzlu, ıvır zıvır ne varsa.
Alışverişi tamamlayıp ödemeyi yaptım. Paranın üstünü avucuma sıkıştırıp çıktığımda gördüm onu. Marketin önüne arabasını park etmiş, dışarıdaki kutuyu karıştırıyordu. Belli ki o da “Kahvaltıya ne götürsem?” telâşına düşmüştü. Kutunun içinden iki iri domates aldı. Önce çatlamış ve soğuktan titreyen elleriyle sonra da kirden rengi değişmiş, üzerine birkaç beden büyük gelen kabanının koluyla sildi. Kuşlar için asılmış poşetteki bayat ekmeğin birini de alıp hepsini arabasının kenarına astığı poşete itinayla yerleştirdi. Sonra da domateslerle aynı çöp kutusundan çıkardığı birkaç kartonu arabasına attı. Burnumun direği sızladı. Vücut ısım kırk dereceyi geçmiş gibi titriyordum. Kar yağıyordu. Ve yağan kar, ayağına birkaç numara büyük gelen ayakkabılarının arkasındaki boşluğa doluyordu.
Yüreğim üşüdü. Elimden düşürdüğüm poşetten bir paket kaşar peyniri yuvarlandı ayaklarının dibine. Telâşla aldı onu yerden. Önce eliyle, sonra montunun koluyla silip bana uzattı. Alışkanlık…
– Sizde kalsın, dedim. Lütfen…
Gözlerinin içi parladı. Gülümsedi. Bakımsızlıktan sararmış, birçoğu eksik olan dişleri görünecek kadar yürekten güldü.
– Sağ ol, dedi.
Yükünü yüklenip, kanaat ederek düştü yollara. Kahvaltı nevalesi hazırdı artık. Belli ki fazlasında da gözü yoktu.
Sıcak bir pazar kahvaltısı hayalim… Cömertliğim, hayırseverliğim, duyarlılığım… Vicdanımı rahatlatmak için sığındığım ne varsa, çöpten bulunmuş iki ezik domates, bir bayat ekmek ve kaşar peyniri ile birlikte kirli bir poşetin içine hapsoluverdi. Poşet kadar şeffaf, yalın ve yorumsuzdu her şey.
Kar yağıyordu lapa lapa.
O’nun üzerine, benim yüreğime…
Yazan: Aysel Ertan