İnsanlar genelde ruhsuz bulurlar beni. Bunu kimisinin sözlerinden, bazılarının ise gözlerinden anlarım. Şöyle bir empati yaptığımda aslında haksız da sayılmadıklarını görmem zor değil. Çünkü herkesin sevindiği bir duruma sevinmediğim çok olmuştur. Ya da tam tersi, herkesin kızdığı bir duruma tepkisiz kalmışlığım. Ben hep böyle değildim. Sonradan böyle oldum.
“Sence bu nasıl oldu?”
“Bence sorulması gereken soru bu değil: Neden? Sanırım bu sorunun cevabı çocukluğumda gizli.”
Bütün aile fertlerinin mutlu olduğu bir andı. Ben de mutluydum. Fakat mutluluğumuzun sebebi olan büyük ablam, çok da mutlu değildi. Yaptığı yirmi tercih arasından bilmem kaçıncı sıraya, sırf annemin gönlü olsun diye yazdığı bölüme yerleşmişti. Aradan seneler geçti. Büyük ablamın okulu bitirmesine az kalmıştı. Fakat kızı istediği bölümde okudu diye mutlu olması gereken annem, tam tersi bir haldeydi; mutlu değildi. Büyük kızı nasıl olur da dini hassasiyetleri olmayan bir sınıf arkadaşıyla evlenmek isteyebilirdi?
Sonra küçük ablam… O, hep matematik ile ilgilenirdi. Yine bir gün beraber kullandığımız odaya gitmiştim. Küçük ablam her zamanki gibi matematik testi çözüyordu. “Neden hep matematik soruları çözüyordu?” O güne kadar içten içe sorduğum bu soruyu o anda ona sormak geldi içimden.
“Abla! Neden hep matematik çözüyorsun?”
“Başka ne yapmamı istersin?”
“Mesela Türkçe çöz veya kitap oku!”
“Türkçe çözmeyi sevmiyorum. Kitap okumak ise beni boğuyor.”
Benimle daha fazla zaman harcamak istemediği, başını masasının üzerindeki kitaba hemencecik çevirmesinden belliydi. Hiç vakit kaybetmeden kitabının üzerine bir şeyler karalamaya başladı.
“Abla! Ne yazdın?”
Anlamıştı konuşmak istediğimi. Beni kucağına aldı. Neler yazdığını söylerken bir yandan da kalemin ucuyla gösteriyordu.
“En son bunu yazdım; yani 2’yi.”
“Abla! İki ne demek?”
“2; 2 demek.”
“Başka bir anlamı yok mu?”
“2’yi rakamla yazarsan başka bir anlamı olmaz. Fakat harfle yazarsan olur.”
“Nasıl yani?”
Hâli hazırda elinde bulanan kalemle bir şeyler yazdı.
“Bak güzelim: Bu rakamla yazılan 2, diğeri ise harflerle yazılan iki. Bu 2 ile sadece işlem yaparsın. Çarparsın, bölersin, toplarsın… Bunları yaparken sadece işlemi düşünürsün. Sadece işlemi. Bu “iki”nin içinde ise çok anlam gizlidir. Birçok şeyi kapsar. Net değildir. Mesela iki kişi; annen ve baban… Bunları düşünmek insanı mutlu edebilir. Bu iyi bir şeydir. Fakat iki âlemi de ifade ediyor olabilir. Yani; dünya ve ahireti. Bu iki şeyi hatırlamak ise birçok insanı mutlu etmez.”
“Abla! Matematik iyi bir şey mi?”
“Evet. İyi bir şey.”
Küçük ablam büyüdü. Türkiye’nin hatırı sayılır firmalarından birinde işe başladı. İlk toplantısına girecekti. Heyecanlıydı. Ama daha çok, kendinden emindi. Rakiplerinin hazırlayamayacağını düşündüğü kadar güzel bir sunum hazırlamıştı. Fakat bu, başarılı olmasına yetmemişti. Çünkü o harika sunumunu güzel sunmayı becerememişti. Ve henüz işlemeye başlayan sigortası bu yüzden durmuş, işten atılmıştı.
Bu anlattıklarım birbirine yakın zamanlardı. Ben ise bu dönemlerde küçüktüm. Oyuncaklarla ilgilenmekten veya evcilik oynamaktan çok hoşlanmazdım. Genelde arkadaşlarımın ısrarı sonucu oyuna müdahil olurdum. Dâhil olduğumda ise bir tek rolü oynamak isterdim: Baba rolünü. Bir kız çocuğu neden hep baba rolü oynamak ister? Bu, babama olan hayranlığımdan kaynaklanıyordu. Babamın neler konuştuğunu merak ederdim hep; en çok da bir olay karşısındaki görüşlerini. Daha o dönemlerde bile iyi veya kötü hakkındaki kaba bilgilerle yetinmek istemiyordum. Hırsızlık kötü, paylaşmak iyi… Bunları herkes bilebilirdi. Ben ise babam gibi olmak istiyordum. Çünkü o, benim ne düşüneceğime karar veremediğim bir olay karşısında hemen düşünür, fikrini söylerdi. Ardından da yargısını destekleyecek cümleler kurardı. İşte mest olduğum nokta da buydu.
Bir gün ailecek oturma odasındaydık. Televizyon açıktı ve hep beraber haber izliyorduk. Ben ise daha çok babama ve o müthiş yorumlarına dikkat kesilmiştim. Bir sonraki haberin sunulduğu bir andı ve ben yine babama bakıyordum. O, küçük ablamla konuştuğu için haberi duymamıştı. Fakat ben duymuştum. “Kendimi içki içerken Allah’a daha yakın hissediyorum.” demişti bir siyasetçi. Hemen sordum kendime “bu söz iyi mi, yoksa kötü mü” diye? O anda gözlerimin içi parladı. Çünkü cevabı bulmuştum. Artık benim de bir yorumum vardı. “Allah’a yakın olmak”tan bahsettiğine göre bu söylediği iyi bir şeydi. Hemen babama çevirdim, heyecanımın içine merak sinmiş bakışlarımı. Babam yüzünü televizyona henüz dönmüştü ki birden kaşlarını çattı. “Bu ne sapıkça bir laf!” dedi. Yanlış tespitimin yaşatmış olduğu hayal kırıklığını içimde hissetsem de bu halimi şimdilik bir kenara bırakmıştım. Merakla babamdan verdiği hükmünü destekleyecek bir açıklama bekliyordum. Saniyelerle ifade edilebilecek bekleyişin ardından cevap gelmişti: “Hiç Allah’ın haram kıldığı bir işle Allah’a yaklaşılır mı? Eğer gerçekten yaklaşmak istiyorsan namaz kıl, oruç tut, zekât ver.”
Babam yine doğruyu söylemişti. Haklıydı.
***
Anlattığım bu hikâyelerden, hayatımı etkileyecek dersler çıkardım ben. İlk olarak büyük ablamın durumu ve annemin bu durumun başında ve sonunda verdiği tepkiler arasındaki fark… Bir şeyler oluyor. Bizler seviniyor veya üzülüyoruz. Bu tepkimizin nedeni olmuş olan şeyin özünde iyi veya kötü olmasından değil; bizler iyiye veya kötüye yüklediğimiz anlamlara göre tepki veriyoruz. Eğer böyle olmasa annem, büyük ablama yaptırdığı tercih çıktı diye sevinir miydi? İşte bu yüzden benim de her ne olmuşsa olsun içimden sevinmek ya da üzülmek gelmiyor.
Sonra küçük ablamın harfleri değil sembolleri seçişi… O, kendi için “bir” olan matematiği Türkçe ile birleştirip ikili düşünebilirdi. Fakat bunu gereksiz gördü. Matematiğin tek başına iyi olduğuna olan tereddütsüz inancının, hayallerini yıkacağını bilseydi, eminim iyi kavramının içine Türkçeyi de katardı. Ben ise bu olaydan sonra iyi ve kötünün içini neyle dolduracağımı bilmiyorum.
Evet, dediğim gibi babam haklıydı. Benim yorumum ise isabetsizdi. Çünkü ben birbirine zıt iki durum arasından kulağıma hoş geleni öncelemiştim. Sözün içinden aldığım bu parça sayesinde bu sözün benim için iyi olması sonucundan başka bir alternatif bırakmamıştım. Babam ise benim gibi yapmamıştı. Birini, diğerine ötelemediği, parçadan değil bütünden baktığı için doğru olan tepkiyi vermişti.
“Çocukken böyle yanlış anlamalar olabilir.”
Hayır, bu sadece çocuklukla sınırlı kalan bir kavrayış şekli değil. Ben şu anda büyüdüm. Ben ve benim yaşlarımda olanlara, daha büyüklere bakıyorum. Hep aynı hatayı yapıyoruz. Bir şey hakkında ya görmek istediğimizi konuşuyoruz ya da bize gösterileni. Farkında değiliz kaçırdığımız ayrıntıların. En kötüsü de ne biliyor musunuz? Bütün bu eksiklerimize rağmen kendimizin en doğruyu düşündüğümüz zannına kapılıyoruz. Hatta kendince doğru olan bu zanna inanıp, diğer insanları yargılıyoruz. Mesela en basitinden bir örnek:
“Şu masanızın üzerinde duran biblo, sizce güzel öyle değil mi?
“Tabii ki. Çok beğenerek aldım.”
“Bence hiç güzel değil. Aynı zamanda da anlamsız.”
Bu durumda sizin çok beğendiğiniz bir şeyi ben beğenmemiş oldum. Bu size, bana zevksiz deme hakkını verir mi? Vermemesi lazım öyle değil mi? Zira böyle bir hüküm verdiğinizde, bu kendi fikrinizin en doğru olduğuna inandığınız anlamına gelir. Bu ise; bencillik ve kendini beğenmişlikten kaynaklanan, objektif olmayan bir yorumdur. Ama maalesef insanların neredeyse hepsi bu hataya düşüyor ve rahatlıkla kendi gibi düşünmeyene bu tür hoş olmayan yakıştırmalar yapma hakkını kendinde görüyor.
Kafam çok karışık. Tuhaf. Anlayamıyorum birçok şeyi. Anlamak da istemiyorum aslında. Çünkü anladığım zaman da bunun benim için iyi olup olmayacağını bilemiyorum. Galiba benim anlamaya değil, anlamamaya ihtiyacım var. Sanırım böylesi daha iyi olur.
Yeri gelmişken, kendime defalarca sorduğum şu soruyu size de sormak istiyorum doktor hanım. İyi ne demek?
Yazan: Ayşe Ovalı
Yorumsuz bir etiket gibi Sırayla gelen doğrular… İyilik denen güzellik böyle yorumlanır. Tek kelimeyle ŞAHANE…Ayşe hanım İYİLİKLER üstünüzden yüreğinizden eksik olmasın…
Ayşe hanım öykünüzü çok beğendim. Özellikle uslûbunuza bayıldım: hem yalın hem de sıradan değil. Yayınlanmış herhangi bir öykünüz veya kitabınız var mı ? Bilgi verirseniz sevinirim. Kaleminiz dert görmesin.
Zahide Hanim teşekkür ederim. Henüz yayınlanmış bir eserim yok ama edisyon aşamasında olan “yakın ve uzak” adlı bir romanım var. Bu aralar ise öykü yazımına ağırlık veriyorum. Selamlar.