Solgun kış güneşi salonun duvarına vurduğunda vakit ikindiydi. Karısının getirdiği kahvenin dibini içerken elindeki gazeteyi sehpanın üzerine bıraktı. Kalkıp pencereden baktı. Kar erimemişti kaç gündür. Güneşin kendine faydası yoktu. Açılmış yollardan akıp giden arabaların egzoz dumanları, evlerin bacalarından yükselen dumanlar, insanların ağzından çıkan buharlar havayı kirletmeye yetmiyordu. Bir alışveriş sürüp gidiyordu.
-Meyve ister misin? dedi karısı.
-Hayır canım sağ ol. Mustafa gelse de yemek yesek, acıkmaya başladım.
-Çok olmadı daha, biraz oynasın gelir. Evde sıkılıyor çocuk.
-Haklısın, koştursun bakalım biraz. Yarın okula tıkılıp kalacak.
-Sınıf öğretmeni pek beğeniyor; terbiyeli, akıllı çocuk diyor.
-Maşallah oğluma!
Televizyonu açtı. İngiliz liginden tempolu bir maç. Top bir o kalede bir bu kalede. Orta sahadan atağa kalkan oyuncu dirsekle durduruldu. Yerde yuvarlanıyor. Eli yüzünde. Hakem sedye işareti yapıyor. Sedye geldi. Acı içindeki futbolcunun yüzü kandan görünmüyor. Oyuncu değişikliği oldu. Değişikliği yapan takım bozuldu, duraklamaya başladı. Öbür takım üstünlüğü ele geçirdi. Ataklar yoğunlaştı. Oyuncusunu kaybeden takım direnmeye çalışıyordu.
Kapı çaldı. Üst üste basılıyordu zile. Kapıyı karısı açtı. Bir çığlık:
-Oğluuum! Yavrum ne oldu sana böyle!
Yerinden fırladı. Kapıya koştu. Mustafa’nın burnundan kan, gözünden yaş akıyordu. Gururu kırılmış bir çocuğun iç çekişleri saplandı eve. Oğlunu kucaklayıp lavaboya götürdü. Yüzünü yıkadı. Burnuna su çektirdi. Çocuk hem hıçkırıyor hem anlatıyordu. Maç yaparken biri çelme takmış. Bu da kalkıp üstüne yürümüş. Kendinden epey irice olan çocuk Mustafa’yı dövmüş. Sonra arkasından küfür edip eve yollamış.
-Oradalar mı hâlâ?
-Oradalar, oynuyorlar… Ben iki gol attım onlara… Top bana gelince hep faul yaptı…
-Adı ne bu çocuğun?
-…Zeynel.
Paltosunu giydi. Eli ayağı boşanmıştı. Karısı:
-Gitmesen daha iyi olmaz mı? Çocuk bunlar…
-Tamam canım! iyilikle konuşacağım, Allah Allah! geçen de hırpaladı oğlanı aynı çocuk!
Ayakkabılarını giyip hışımla çıktı evden. Yan sokaktaki arsaya doğru yürüdü. Kenarda biriken karların üzerine bastıkça sertleşmiş tabakadan kart kurt sesleri çıkıyordu. Soğuk havayı ciğerine çekiyor körük gibi soluyordu. 6-7 çocuk hiçbir şey olmamış gibi bağıra çağıra maça devam ediyordu.
-Len ne bok yiyosun kalede, böyle gol mü yenir öküz!
Tamam işte, olsa olsa bu olurdu.
Bıçak gibi bir sesle bağırdı:
-Hanginiz Zeynel sizin len? Çıksın ortaya!
-Benim, ne var?
Oyun durdu. Çocuklar adama bakıyorlardı. Zeynel gelenin Mustafa’nın babası olduğunu anlamıştı. Alttan almaya hiç niyeti yoktu.
-Oğlum bizim çocuğu niye dövdün, geçen de üstüne yürümüştün ayıp değil mi senin yaptığın.
-Ne ayıbı yaa? Oynuyorduk takıldı düştü. Kalktı saldırdı bana. Ben de O’na vurdum. Bak elimi tırmaladı.
-Seninle o bir mi, el kadar çocuğu niye dövüyorsun hayvan herif!
-O da gelip dayılanmasın, haddini bilsin.
-Oğlum bak bir daha Mustafa’yı döversen ben de seni döverim… Dedi parmağını sallayarak.
Arsanın karşısındaki pencereden boynundaki havludan yeni tıraş olduğu anlaşılan asık suratlı adam başını uzattı:
-Kimi dövüyon len sen hıyar!
-Sen kimsin len?
-Ben babasıyım onun, şimdi iniyim de anlatıyım sana deyip hınçla pencereyi kapadı.
Belaya hazırlanmaya çalışıyordu. Kalbi küt küt atıyor, nefesi kesiliyordu. Geri dönüp gitmeyi geçirdi aklından. Ne onursuz bir şeydi bu. Gelen adamla sakince konuşmaya, insan gibi durumu anlatmaya karar verdi. Eşofmanlarını giymiş iri yarı adam sinirli sinirli üzerine doğru geliyordu. O gelene değin çocuğa bir iki nasihat vermeye çalıştı.
-Oğlum bak siz aynı mahallenin çocuğusunuz…
-Ne oluyor len burada?
-Selamünaleyküm birader.
-Ne tehdit ediyon sen çocuğu diyerek yaklaşıyordu. Beriki eliyle çocuğu işaret ederek:
-Senin çocuk benim oğlanı dövüyor iki de bir.
Adam çocuğuna döndü:
-Niye dövdün?
-Maç yaparken bu adamın çocuğu düştü. Sonra da kalkıp bana saldırdı. Elimi çizdi bak!
-Lan hıyar, çocukla çocuk oluyorsun. Bas git, almayım ayağımın altına!
-Sen kimi alıyon ayağının altına?
Bu sırada caddeden sokağa doğru hücum eden erkek sesleri işitiliyordu. 4 genç koşa koşa adamın yanına gelip durdu. İçlerinden biri:
-Ne oldu abi bir durum mu var, ne diyor bu?
-Siz durun dedi gençlere. Bana kafa mı tutuyon sen deyip bir yumruk attı Mustafa’nın babasına.
Yere yuvarlandı. Çevreden birkaç kişi gelip araya girdi. Kaldırıp “Hadi kardeşim hadi, evine” dediler. Gençler tetikteydi. Biri kalabalığın arasından tekme attı karnına. Bir kez daha yere düştü. Ortalık giderek kalabalıklaştı. Tarafların arasına girdiler. Bir adam koluna girip çekiştirerek uzaklaştırdı. Bir yandan da telkin ediyordu: “Hadi kardeşim, beladır bu herif uzatma.” Bir süre uzaktan uzağa küfürleştiler. En son Zeynel’in babası sağına soluna bakıp ortaya:
-Orospu çocuğu gelmiş posta koyuyor bize, dedi. Öteki:
-Şikâyet edeceğim sizi, dedi uzaklaşırken.
-Siktir git et! Kimi kime şikâyet ediyorsa teres!
Mustafa’nın babasını yeterli mesafe uzaklaştırdıktan sonra bıraktılar. Geriye dönüp baktı. Gençler adama bakıp kendi aralarında gülüşmeye başladı.
-Ne adamlar var; herif sopa istiyor resmen. Abi bırakmadın ki biraz antrenman yapayım dedi birisi yüksek sesle.
Pencereden izleyenler tek tek pencerelerini kapatıp evlerine girdi. Yürümeye başladı. Nereye gideceğini bilmiyordu. Sanki gidecek bir evi yoktu artık.
Evinin yolundan saptı. Başka bir sokağa yürüdü. Bir müddet kendi mahallesine yabancılaşmanın verdiği sıkıntıyla yüzleşti. Otuz yedi yıllık ömrü sapa bir yola çıkmıştı. Akşam oluyordu artık. İstemese de dönmek zorundaydı evine. Keşke yıkılıp gitseydi diye düşündü. İrkildi. “Tövbe!” dedi. Sanki yanında yakın bir dostu varmış da vakarla elini omzuna koymuş O’na nasihatler veriyormuş duygusuna kapıldı; ta çocukluğundan aklında kalan bir cümleyi hatırladı. “Uzun etme, ölenle ölünmez.” Kendi kendini yatıştırmanın faydasızlığının ayırdına vardı.
Evin kapısının yanındaki kar birikintisinin üstünde kan izleri gördü. Eğilip baktı. Çenesinden bir damla damlaların yanına düştü.. Avucuna o kar topağını aldı. Parmaklarını eklemlerinden çıkaracakmış gibi sıktı. Avcunun içinden pembe renkli su akıp gitti.
Elini yüzünü sildi. İçeri girdi. Karısı tedirgin:
-Merak ettim nerede kaldın dedi.
-Konuştuk biraz, bir şey yok. Mustafa nerede?
-Odasında yatıyor.
-Uyuyor mu?
-Yok, içini çekip duruyor.
Çocuğunun odasına girdi. Yatağının ucuna oturdu.
-Mustafa!
-…
-Oğlum! Babasıyla konuştum, özür diledi benden. Zeynel’in de kulaklarını çektim.
-…
-Babası da bayağı kızdı çocuğa… Bir daha seni dövemez artık.
Bir müddet sessiz kaldıktan sonra Mustafa babasının boynuna sarıldı birdenbire. Anne onları kapıdan izliyordu. Adamın yüzündeki kasılma sıkıca kapatılmış ağzının açılmasına, şişmiş dudağının zuhur etmesine neden oldu. Kadın hızlıca arkasını dönüp mutfağa gitti.
-Kulaklarını çekince ağladı mı, dedi çocuk.
-Ağladı tabii.
-İyi olmuş, bir daha dövemez beni.
-Dövemez tabii.
-…
-Ama bence senden özür dileyene kadar bir daha onunla oynama. Hatasını iyice anlasın eşşoğlueşşek dedi.
Oğlunu yataktan kaldırdı. Salona götürdü. Mutfak tarafına seslendi:
-Bize bir sade bir sütlü kahve yapabilir misin?
Birer koltuk seçip oturdular. Televizyondaki maç bitmiş, yenilen takımın teknik direktörü maç sonrası değerlendirme konuşması yapıyordu.