Kitapları yalnızca arkadaşım gibi görmüyordum. Kitaplar aynı zamanda dünyaya olan son bir umuttu. Çünkü yüreğimize satırlarını kazıdığımız kitabı bile bir insanın yazmış olduğu gerçeği dünyadan güzel insanların da geçtiğini kanıtlıyordu. Sırf onlar için sevebilirdim bu havasını soludukça ciğerlerime kötülük dolduğunu hissettiğim dünyayı. Bir kitap bir insanı sevdirebilirdi. Yüz kitapsa yüz insanı. Bazı insanlar tüm insanlıktan nefret etse de, sevgiyi kitaplardan öğrenebilirdi. Sevmek için okudum, dayatılmış nefret kültüründen koşarak kaçarcasına. Ama bu kez başka bir nefret büyüdü içimde. Okudukça beklentilerim arttı hayata karşı. Yaşadıkça da bu beklentilerin boşluktan ibaret olduğunu fark ettim. İnsanları hala sevmiyordum, güzel insanların kitaplarıydı tek sevebildiğim.
Kitaplarda aşina olduğum kalpler yoktu günlük hayatımda. Aşina olduğum sokaklarda yürümüyordum. Her bir adım gözümde büyüyordu, ayaklarımı şişiriyordu yollar ağır ağır yürüsem dahi. Sokak köpeklerinin kafasını bile sevemiyordum bu şehirde. Elimi uzattığım anda koşarak kaçıyordu, arkasından bakıyordum ben de. Sokak köpekleri kaçıyorsa eğer semtin insanlarından; köpeğin korkaklığından değil, insanın kötülük yapma içgüdüsündendir bu. Ben de köşelere bir kap su koymakla yetindim, fazlasını yapma olanağımı elimden aldığından insanlar. Bir de marifetmiş gibi konuştuklarını işittim. Köpeklerin sevgiye olan açlıklarını doyurmaktan acizken, bir kap su ile yaptıkları iyilikle üstünlük taslıyorlardı yalancı sosyal yüzleriyle girdikleri saygın ortamlarda.
Özgür olabilme hakkına karşın sonsuz bir tutsaklık merakında olduğunu anladım insanoğlunun. Salt tutsak olma merakı değil, tutsak etme merakı da dâhildi buna. Zamana hükmedebileceğini sandığını gördüm insanoğlunun. Mevsimlere, aylara, güneşe ve aya hükmedebileceğini sanıyorlardı. Koskoca güneşi alıp da kutuya koyabileceğini sanıyordu koca koca insanlar. Karanlığa gömülü beti benzi atmış kaybeden insanlar…
Oysa ben bunu zaman kavramı olmayan bir kitaptan bile öğrenebilirdim. Zaman yoktu belki ama daima bir son vardı. Okuduğum son bir sayfa olacaktı. Bir gündüz ve bir gece yoktu yalnızca. Önemli olan kalbimizde doğan güneş, zihnimizde batan ve aya emanet ettiğimiz aynı güneşti. Özgürlük bir hak değil, bir seçimdi. Onu elde etmek için dövüşüyordu insanlar, her yer kan revandı. Bir kavganın, yaşama telaşının sonunda elde edilirdi özgürlük, dağıtılmazdı bedavaya. Bundandır ki hiç tutsaklık merakına girmezdi zihnimde yarattığım insanlar. Çünkü özgürlüğün kıymetini bilecek kadar tükenmişlerdi.
Sevginin de aslında insan kadar ölümlü olduğunu öğrendim. Sanırım iki dünyamla da örtüşen tek şeydi bu. Ama gerçek dünyada çıkarsız, sorgusuz sualsiz olmuyordu.
Yazan: Beyza Kaya