Yüreğim odamdaki çirkin ve anlamsız eşyaları duvara fırlatarak parçalamak istese de yapabildiğim tek şey nefessiz kalana dek nefesimi tutmak. Yumruklarım avuç içlerimi acıtsa da dikkatimi kendisine çekemiyor. Düşünebildiklerim insanlara ve hayata duyduğum nefretten ibaret. Gözyaşlarımı bastırmaya çalışmamın bir faydası yok. Nasıl olur da birisinin hayatını mahvetmek yanlışlıkla önemsiz bir bardağı yere düşürüp kırmak kadar kolay olabilir?
Yatağıma uzanmış tavanı seyrederken, ruhumun göğsümü şişirip önce içimden daha sonra da şu çirkin boyalı tavandan kaçıp gitmek istediğini en derin acılarımla hissediyorum. Kalbim sıkışıyor, buna engel olamam. Ah, keşke sabaha uyanamasam da duygularımı perde arkasına atıp beni komik bir gösterideki ruhsuz, tahta bir kukla gibi oynatmaya çalışan herkesin gözlerindeki pişmanlığı görebilsem. Boynuma nefesini üfleyip uzun tırnaklı, bakımsız ellerini boğazıma uzatıp nefesimi sanki yol kenarına atılmış bozuk bir saati çalışıp çalışmadığını kontrol etmek için avucunda gezdiriyormuş gibi tutarak kesip beni can çekişmeye zorlayan ölümü, hiç bu kadar yakın hissetmemiştim. Bir yanım kimseyle kafamın içindekileri ve duygularımı konuşamayacağımı bilirken, diğer yanım bunu yapabilmek için can atıyor. Kime kendimi anlatmaya kalksam biraz sonra aptal gibi hissediyorum. İki yanımda beni saran duvarlar var. Ben kendimi kurtarmaya çalışırken iki duvar beni arasına alıp sıkıştırıyor. Ben ne kadar nefret ettimse hayattan, o da benden o kadar nefret etti. Duvarlarımı itmeye çalışıyorum hayatın nefretine direnerek. Yol boyunca ağaçlar dizili. Onlara bakarken bile bir anıyı anımsamak ne garip. İnsan tek bir anı yüzünden hayatı boyunca tüm otobüslerden nefret edebiliyor yahut her bir yıldızlı gece için ağlayabiliyor. Anıların bu kadar acı verici olmaması gerekirdi.
Duvarlarımı tutamıyor zayıf kollarım. Şurada karşımda duran derin çukur beni içine almak için şarkılar söylüyor. Ölmeli miyim? Duygularımı ayaklar altına alıp parçalayana kadar ayakkabısındaki çamurları sürtüp kendisini temizlemeye çalışan insanların beni kirli göstermelerine izin verdiğim için aynadaki yansımama tahammül edemiyorum. Her gece soğuk yatağıma yattığımda gökyüzündeki yıldızların teker teker bedenime saplanmasına dayanamıyorum artık. Alışamıyorum artık acının kemiklerimi sızlatmayı bırakmayıp daima kanımda dolanmasına. Her an kalbinin üstüne ağır taşlar konulurken, sana çeşitli acılar katan bıçakların midene de batırılıp çıkarılmasıyla yaşamak artık oldukça güç. Önceden benim miydi şu duvarıma asılı kalan hayaller? Gözlerini kör eden bir sevgiye maruz kalınca inşan, olmayacağını bildiği hayallere inanabiliyormuş. Ben artık acılarından yüreğinde dağlar yaratmış, etrafına bir kuş sesi dahi geçirmeyen beton duvarlar örmüş, bacaklarını karnına kadar çekip tek başına karanlık odasında yok olmayı bekleyen bedenine çiviler batırılmış bir ruhtan ibaretim. Odama damlayan suyla dans ediyorum. Su damlalarının yere düşüş hızlarına ayak uydurup bir ritim yakalıyorum. Her su damlasını gözyaşımla birleştirip delik tavanımı dolduruyorum. Sırtımda kamburum, kalbimde beni yoran derin bir delikle ayakta dik durmayı deniyorum. Tüm bu acıları hissetmektense hissiz bir basitliği tercih ederdim. Ellerim artık duvarları tırmalamaktan bitkin ve kâbuslarımın sonu gelmiyor.
Yazan: Seda Vural
Sedacığım bayıldım.
Bu yazı ruhuma ayna tutmuş resmen. İnsan yaşadıklarını, hissettiklerini dile vurulmuş bir şekilde görünce çok mutlu oluyor doğrusu. Eline, kalemine sağlık…