“Başımıza ne geldiyse sağlıklı nesiller fetişi yüzünden geldi.”
Evet, doğru anladınız, lakin biliyorum ki “sağlıklı nesiller fetişine” takılı kaldınız. Peki, nedir bu sağlıklı nesiller fetişi? Bir çocuğun uslu durması, vaktinde uyuması, düzenli yemek yemesi, yaramazlık yapmaması onu sağlıklı kılar mı? Yoksa bu durumlar çocuğun ailesinden almış olduğu eğitimin ve disiplinin yansıması mıdır? Her ebeveyn çocuğunu doğru mu yetiştiriyor? Şayet doğru yetiştiriliyor ise sürekli ağlayan, sürekli şımarıklık yapan ve asla durmayan bu çocukları kim yetiştiriyor ve bu çocuklar kaç kişinin ortalaması?
1980’lerde ve 1990’ların başında doğan nesiller bilirler ki çocuklar; sokakta oynayan, susadığı hâlde annesi tekrar salmaz korkusundan mahalle arkadaşları ile aynı şişeden su içen, tozlu / topraklı hatta çamurlu yollarda düşen, düştüğü zaman dünyaları yıkmadan oyununa devam eden, ödevleri son dakikaya bırakan, okula mütemadiyen yürüyerek giden, anneye / babaya ve hatta büyüklere son derece saygılı, dönemin şartları doğrultusunda son derece sağlıklı yetişmiş bir nesildir. Zira içilen onca çeşme suyunun ve annelerin banyo esnasında kullandıkları suyun sıcaklığından sağ çıkabilmenin başka bir açıklaması olamaz ve tabii sağ çıkmak demişken güdümlü anne terliğini de unutmamak gerekir.
Bu neslin asla çocukluk depresyonları ve adını telaffuz etmekte zorlandığımız sendromları olmamıştır. O dönemin anneleri henüz “GOOGLE” ile tanışmadığı için çocuğun mevcut sıkıntısının çözümü hekimlerde, bir üst merci ve tecrübe deposu olan kendi annelerinde ya da bir başka aile büyüğündeydi. Şimdilerde olduğu gibi en ufak bir üşütmeyi dahi bilmem ne sendromu diye iteleyen ve anneleri panik atağın eşiğine getiren “google” o dönemlerde, şansımıza henüz yumurtadan çıkmamıştı. Hoş, gerçi çıkmış bile olsaydı dönem kadını zihniyetiyle “Elin makinesi ne anlar çocuk bakmaktan?” diye defterini dürer, atardı; o ayrı.
Zamanın ilerlemesiyle “teknoloji” ile tanışılmaya başlandı. Teknoloji önce minik ev aletleri ile girdi hayatlarımıza. Çırpma telinin yerini mikser, büyük kocaman gırgırların yerini elektrik süpürgesi, analog televizyonun yerini uzaktan kumandalı televizyon aldı. O zamanlar için kimse bir minik cep telefonunun gün gelip tüm hayatı yönlendirebileceğini tahayyül etmezdi çünkü cep telefonu denen şey cebe bile sığmayan, insanların telefon melodilerini bile kendi notaladığı anlaşılması güç bir aygıttı. Annelerin ise teknolojiden en fazla fayda sağladığı yer, televizyon kanallarıydı. Her kanalda istisnasız yemek programı olur ve o tarifler muhakkak uygulanırdı çünkü misafir önemli bir husustu ve ikramda eksik asla olmamalıydı. Bu arada yaşı yetmeyen bir okuyucu olursa diye belirtmek isterim, eskiden insanlar akşamları birbirini ziyaret eder, çay / kahve içilir, çocuklar ise oyun oynardı.
Peki, ne olmuştu da tarhana çorbası içerek büyüyen ve neticesinde doktor / mühendis olan nesilden dünyaları ayağa kaldıran, asla tatmin olmayan, yalnız ve mutsuz ve hatta başarısız bir nesil elde etmeye başlamıştık?
Aslında film 2000’li yıllarda, milenyumun çok da beklenmeye değecek bir halt olmadığını anladığımız yıllarda, kopmaya başladı. Milenyuma girilen gecenin sabahında uzay çağına girmediğimiz ve uçan arabaların belirmeyeceği anlaşıldığı an, herkes hayatına kaldığı yerden devam etme kararı almıştı ama tek bir farkla: kadın faktörü. Bu faktör bir miktar daha güncellenmiş, çalışan kadın bir miktar daha maskülen hâle gelmişti. 2000’li yıllarda kadın özgürlüğünü yekten ilan etmişti. Bu özgürlük bazı gerici kitleyi rahatsız etse de ilerici ve aydın kesimi son derece memnun etmişti. Kadın çalışmaktan ziyade, elinin hamuru ile erkeğin işine elini daldırıyor ve yeni istihdam alanları yaratıyordu. Şahaneydi!
Gelişen kadın; gelişen toplum ya da gelişen nesil demekti. Kadın okumalı, kadın çalışmalı ve kadın refaha ulaşmalıydı ki güçlü, bilinçli ve sağlıklı nesiller yetiştirebilmeliydi. Kadın okudu, kadın çalıştı, kadın evlendi…
Bilgi, doğru ellerde olmadığında kitle imha silahına dönüşür. Herkes her bilgiyi özümseyemez, bazı bilgiler orijinaline yakın, iyi taklit ve dizayn edilmiş kişinin üzerine cuk oturan kıyafetlerdir. Potlukları yalnızca çok dikkatli bakılınca görülebilecek kıyafetler…
Gelişen teknoloji, modern kadına katma değer ve fayda sağlarken klasik kadın ve anne imajını da afiyetle yedi. Dişleri arasında öğütülüşünü kimse fark etmedi bile. Teknoloji, bizlere her şeyi bildiğini iddia eden kadınlar ve asla yeterli zamanı olmayan kadınlar bahşetti. Kadın evrildi…
Kadın; evde herkes uyumadan uyumayan kadından, herkes ayaktayken yorgunluktan sızan kadına, her işini kendi yapan kadından, destek almak zorunda olan kadına, her şeyi en ince ayrıntısına kadar dinleyen kadından, tahammülü olmayan, daima yorgun ve bir o kadar küstah kadına evrildi…
Sözde hayatı kolaylaştırması beklenen teknoloji, bizden bir şeyleri aldı; inanır mısınız, kimse farkına varmadı. Akıllı telefonlar aklımızın büyük bir kısmını gasp ederken aynı illete çocukları da katmaktan asla geri durmadık. Sadece arkadaşımızla daha rahat sohbet edebilmek için çocuğun eline verilen tablet o anlık durumu kurtarırken ilerisi için daha büyük sorunlar yaratmak için pusuya yattı. Daha fazla “like” daha fazla “fenomen” olmak için çıktığımız sosyal medya ve teknoloji macerasında, güdülerimizi bile es geçip canımız dediğimiz çocuğumuzun gelişimi için gerekli olan ip ucunu bile Google’dan öğrenmeye başladık…
Zamansızlığımızı ve onlara ayırmadığımız vakti anneanneler, babaanneler, dedeler ya da kreşteki öğretmen ablalar doldursun istedik. Sonra çocuğumuzdan da her dediğimizi dinlemesini bekledik. Size soruyorum; siz olsanız, sizi dinler miydiniz?
Evet, biliyorum, siz her şeyi çocuğunuz daha iyi standartlarda yaşasın, daha mutlu olsun diye yaptınız. Anlaşılabilir bir iyi niyet lakin çocuğunuz büyüyüp sizinle tartışmaya başladığı zamanlarda “Zaten hiçbir zaman yanımda yoktun.” sözünü duyduğunuz zaman, asla çocuğunuzu nankörlükle suçlamayın. Çünkü onun sizden beklediği son model bir oyuncak ya da tablet değil sizin saf ilginizdi. Çocuğunuz sizin eserinizdir. Anne ve babanın ahlaki ortalamasıdır. Geri kalan aile bireyleri ise onun aile büyüğüdür; bakıcısı ya da onu yetiştiren kişi değil… Çocuğunuzu yetiştirirken kaç kişinin müdahale ettiğinin ve o çocuğun kafasının ne kadar karıştığının farkında mısınız? Bence değilsiniz. Çünkü eğer olsaydınız çocuğunuzun yan odada bilgisayarda oyun oynarken kendini kemerle boğarak öldürdüğünün de farkında olurdunuz. Olmadınız, çocuğunuz öldü…
Peki çocuğunuzun ne kadar güzel okuduğunun farkında mısınız? Bence değilsiniz. Çünkü eğer olsaydınız elinizde o telefon yerine muhtemel örnek teşkil etsin diye kitap olurdu. Oldurmadınız. Tebrikler, çocuğunuzu kendi cehaletinize ortak ettiniz.
Bağımlısı olduğunuz iş temposu, teknoloji ve diğer şeyler sayesinde ultra yalnız, dengesiz, şımarık, cahil ve son derece sağlıklı bir nesil elde ettiniz. Umarım bu başarı size bir ömür yeter. Sayenizde sokaklar daha sessiz, sayenizde çocuklarınız daha temiz… Lütfen çekinmeyin, kutlayın; bu sizin eseriniz. Sokak hayvanlarından korkmayan ve çamurla oynayan nesilden hayvan görünce ağlayan, daima steril nesle… Varsayın ki tüm bunları da ben demedim, “google” dedi…
– Merhaba, google annesi. Nasılsın inşallah?
Yazan: Esra Erk
Okurken düşündüren, insana yaşamı ve yaşamın nereye doğru akıp gittiğini sorgulatan harika bir yazı olmuş. Yürekten kutlarım.
Gerçekten, biz nereye gidiyoruz böyle…