Kemçük nefesini tutarak yaşadı günlerce. Ne yapacağını, nasıl yapacağını tartıp biçti. Doluya koyup doyuramadı, boşa koyup taşıramadı. Anası Çeşminaz kederlendi oğlanın hallerine
-Ana heyran, gönül mü düşürdün bir dilbere?
-Yok ana!
-Hele söyle niye sırtladın dünyanın gamını o hal?
Ne desin Kemçük, bacısının sırrını anasına verse Çeşminaz erine yetiştirecek, Cabbar efendi bunu duyarsa…Kemçük, önce Artin’in karşısına çıktı. Bacısıyla yüzleşmekten daha kolaydı Artin’i kıstırmak.
“Bizim ermeniye verilecek kızımız yok”
Bozkırlar gibi sarı Artin koyu bir bordoya dönüştü, hiçbir şey söylemeden baktı. Kemçük Dokuzdolanbaç’ın taşlı tarlaları gibi ekin vermez, sert, gaddar; yeşermem diye tutturmuş topraklar gibi kara, Muhammed aşkına olsun bir nebze merhamet göstermeden sarp kayalar gibi durdu bir süre sonra ses tellerindeki saçakları eritmeye gerek görmeden
-Bizde sünnetsize verilecek kız yok !
Artin’in anladığından emin olunca dönüp arkasını yürüdü gitti. Dokuzdolanbaç’ın kavaklıklarında yaşayan kargalar safları sıklaştırdılar, birkaç tanesi gak guk dedi ama koroya dönüp ortalığı velveleye vermedi sesleri.
Yaşarken pek çok şeyi unutarak yaşar ya insan bir gülümseyişin gönüle işlediği ipek yumuşaklığından vazgeçip yerine doluşan boşluğa göğüs germek acılaştırır insanı. Artin’e de böyle oldu, bir süre yağmur yüklü bulutlarla dolaştı gözlerinde, yağsa rahatlardı; çiselemedi bile. Neyin kendisini daha çok yaraladığından emin değildi, Fehime’yi bir daha görmeyecek olmasının mı? Kemçük’ün söylediklerinin mi? Canını yakan kelam idi, bir başka gülümseyişe nasıl olsa yeniden tutulurdu. Kendisini böyle ikna etti Artin, bir taze gülün tüm varlığıyla bülbüle gülümsemesi görülmemiş şey değildi dünyada ve gülistanda tek bir gülün hevesiyle yaşayıp ölecek kadar ahmak bir bülbül değildi Artin. Olan bitenden kimseye bahsetmemesi gerektiğini bilecek kadar sezgisi vardı, sustu. Kemçük’ün yüzüne bir daha hiç bakmadı.
Kemçük sorunun bir kısmını halletmiş olmanın verdiği rahatlama hissine çok fazla kaptırmadı aklını. Sorunun Fehime kısmını tez elden halletmek gerekir diyordu aklı. Cabbar hiçbir şeyden haberi olmadan yardım etti oğluna, başka bir şehirde yaşayan dört çocuklu karısı ölmüş yaşlı bir akrabaya verdi kızı. Kemçük haberi duyduğunda yüzüne yayılan gülümsemeyi ömrü boyunca hiç kaybetmedi.
Fehime avucunun içinde Artin’in verdiği mendili sıkı sıkı tutarak bindi gelin atına, dükkana kaçamak baktı göremedi Artin’i, içini çekti, mendili sıktı avucunda süslenmiş atın yelesindeki boncuklara baktı bir süre sonra bir daha görüp göremeyeceğini bilmediği Sarız’a baktı başını çevirip, ağlamaya başladı.
Artin; gelin alayı ufukta kaybolana dek seyretti Fehime’nin gidişini bir tepenin üzerinden. İki duble içince sessizleşip ufukta bir noktaya diker gözlerini Artin. ” Gül yağını eller sürer çatlasa bülbül, etsem de abestir sitem-i hâra tahammül” Hüzünlendirir Artin’i. Gözlerini ufukta bir noktaya diker, nokta kaybolsun diye bekler.
Artin; babası Anita’dan bahsettiği anda “olur” dedi. Anita’yı birkaç kez görmüşlüğü vardı. Babası gümüş ustası olan Anita ciddi bir çeyize sahipti. Doğurgan kadınların olduğu bir soydan gelmeydi. Artin’in de mesleği vardı. Evlilik için görünürde bir engel yoktu. Arman oğluna bakıp gülümsedi.
Söz töreni aile arasında yapıldı. Nişan için tarih belirlendi. Aşhen düğünün temmuz ayı gelmeden yapılması için ısrar etti, zira temmuz kısaydı temmuzda evlenilmezdi. Artin dalga geçti anasının takıntısıyla,
-Mayrik temmuz kısadır ya şubat yoktur o vakit!
Anita güldü buna, Artin sevindi Anita’nın gülünce güzelleştiğini görünce.
Nişan töreni söz kesiminden iki hafta sonra yapıldı. Yakın dostlar ve akrabaların katıldığı nişan töreni Anita’ların evinin bahçesinde zengin bir sofra ile kutlandı. Babasının bütün gümüş maharetini üzerinde taşıyan geleneksel kıyafetler içindeki Anita ve mavi gömleğin çok yakıştığı Artin’e nazar değecek diye yakınları telaşlandılar. Dandigin baco olarak seçilen Anita’nın halası kapının girişinde bardak kırdı nazar dağılsın diye, geline ve damada nazarlık taktı dualar eşliğinde.
Görkemli nişan töreni bütün Sarız’da konuşuldu. Yörede yaşayan her insana iki tane düşecek kadar çok çörek vardı, çuvallar dolusu limondan limonata yapılmış kırk kişilik sofra yemek ve mezeler ile donatılmıştı. Anita’nın babası Maraş’tan bir saz grubu getirtmiş, bahçeyi süslemiş bir de fotoğrafçı kiralamıştı. Artin ve Anita ilk fotoğraflarını nişan günü çektirdiler. Sonradan fiziksel temas olmaksızın , ellerini nereye koyacaklarını bilemeden poz verdikleri bu fotoğrafa baktıkça ikisi de güldü.
Düğün hazırlıkları iki aileyi de bütün bahar boyunca meşgul ve mutlu etti. Nikah tarihini eşe dosta duyurma işini üç çocukla genç yaşta dul kalmış kilise yardımıyla geçinen Anuş’a verdiler.İki ailenin yakınlarına eşe dosta giderek Artin ve Anita’nın nikahlarını duyuran Anuş gittiği her kapıdan, kapının ailelere yakınlık derecesine bağlı olarak; havlu, yazma, buğday, bulgur, pirinç, kumaş ,tavuk, koyun verilerek uğurlandı.
Anita’nın gelinliğini Artin görmesin diye gizli saklı dikti Arman, elini teğele bile sürdürmedi Artin’in, provaları gizli saklı yaptılar gelinliği dükkanın baş köşesine başka kumaşlara sararak sakladı. Gelinin ayakkabıları Maraş’tan özel olarak alındı.
Nikahtan önceki perşembe günü serildi çeyizi Anita’nın, görülmemiş bir çeyiz çıkardı Anita’nın babası kızına. Bir eve lazım gelen her şeyden üçer takım çıkardılar. Dandigin baco elleriyle yaptı yün yatağı, şeker gibi geçim için; şeker serpti yün yatağın içine, pirinç serpti bereketin bol çocuğun çok olması için, Anita’nın beyaz iş çarşaflarını serdi yatağa. Yatak odasında işi bitince Anita’yı çağırıp kapıyı kapatarak olacakları anlattı kıza. Anita kızardı halasını dinlerken, çocuğa kalmak için hesabı nasıl yapacağını öğretti Anita’ya, kocasını mutlu etmesi için öğütler verdi, evli kadın olmanın kurallarını anlattı. Sonra gümüş çerçeveli nazarlıklar astı evin her kapısının üstüne. Gül yaprakları serpti yatağa, odaya. Badem şekeri dolu bir kristal şekerlik koydu yatağın yanı başına. Sedef kakmalı Maraş işi ceviz çeyiz sandığının üzerine bir sürahi su ve tek bardak koydu kristalden, su takımı olarak işlenmiş dantel örtüleri örttü sürahinin ve bardağın üzerine. Dualar etti yatağa üfledi, biliyordu evliliğin sağlam olması için yatak işlerinin yolunda olması gerektiğini bu yüzden yatağın başında yakardı Tanrıya sevgili yeğeninin mutlu olabilmesi için.
Dandigin baco etrafa şöyle bir göz gezdirdi, her şey tamam dedi içinden.Gerdek yemekleri hariç her iş bitmişti. Yemekler; Dandigin baco’nun elinden ve evinden servis edilecekti üç gün boyunca. Damadın bohçasını iki eşek yüküyle getirebildiler ancak Arman’ın evine. Artin’i kıskanan evlenmemiş gençler oldu elbet çeyizi görünce lakin bütün cemaatin uygun gördüğü bu evlilik neşe ve mutluluk dağıttı Sarız’ın insanlarına, Kemçük bile sevindi.
“Eyi olmuş, eyi, davul dengi dengine !” diye geveledi ağzının içinde nikahına bir ay kalmış olan Kemçük. Teyze kızı Zülfiye uygun görülmüştü Kemçük için, babası Cabbar tarafından.Papazın kızı Nora’ya meyli vardı aslında, olmazından emindi, olduramayacağından emindi lakin kendisini kızı düşünürken buluveriyordu apansız. “Artin’in ahı tuttu zaar “diyordu içinden, aklını türlü hile ile kızın albenisinden ayırıyor gel gör ki bir anda kendisini Nora’yı düşünürken buluyordu tekrar, tekrar…İşler şimdiki gibi yürümüyordu o vakitler. Cabbar veriyordu kararları. İtiraz etmedi Kemçük, Çeşminaz’ın ailesinden hiç hoşlanmayan Cabbar efendinin onlardan bir kızı gelin olarak alamaya kalkmasının anası Çeşminaz’ı ne kadar mutlu ettiğini görünce. Zülfiye’yi sevmeye karar verdi.
-Ana hani eşeğin kuyruğu bile verilmezdi senin soyuna? Ne oldu babama?
diye sordu sadece bir kez Çeşminaz’a
-Ana heyran yoksa bir sevdiğin mi var?
Kemçük bir an tereddüt etti sonra çabucak
-Yok ana, Zülfiye’ye nasıl he! dedi babam, onu belleyemedim?
-Zülfiye güzeldir, beyazdır, saygıda kusur komaz, hürmedir, yaşı uygundur, daha ne ola? A benim Zübeyir’im! Baban sevmez benim soyumu ya, akıldan zoru yoktur hamd ola!
Sustu Kemçük, gülümsedi, nadiren mutlu gördüğü anasının hislerine sorularla gölge düşürmemeye karar verdi.