Davut olup-biten her şeyi, başına bir hal gelirse zaptiye karakoluna gidip arkadaşlarına haber etmesi için zevcesine anlatmış ve bunun dışında çenesini tutması için kendisine sıkı sıkıya tembihte bulunmuştu. Lakin o, sırrını içinde tutamayıp tez vakitte konu komşuya anlattı. Bu önemli havadis bir gün içinde Galata’nın neredeyse tüm hanelerinde konuşulur oldu.
Tophane Karakol Komutanı, mahiyetindeki zaptiye çavuş ve erlerinden oluşan kalabalık bir ekiple Katır Keptiren Yokuşu’ndaki virane eve baskın yaptı. Mekanda kimseler yoktu. Evin geniş bodrum katında çuvallara doldurulup düzgün bir biçimde istiflenmiş toprak yığınları ve yeni açıldığı belli karanlık bir dehliz dışında kayda değer bir şey görünmüyordu. Açılmış bu dehlizde üç gün boyunca geceli gündüzlü iz sürüldü. Nihayetinde, Katır Keptiren Yokuşu’nun güzergahını takip eden ana dehlizden sağlı sollu kollar açıldığı ve bu dar kolların yolun her iki tarafındaki dükkanlara ulaştığı tespit edildi. Dükkan zeminlerindeki rabıta tahtaları o denli itinayla sökülmüş ve yeniden yerlerine çakılmışlardı ki dükkan içlerine buradan girilmiş olduğunu anlayabilmek hakikaten mümkün değildi.
Tefeci dükkanlarındaki seri soygunların ne şekilde cereyan ettiği muamması böylece çözülmüş, İdris ise doğduğu yörede solucan manasına gelen “Çiçili” lakabını bu sayede almıştı.
Tophane Karakol Komutanı, baskın yapılmadan önce başlarında bir çavuş ile birkaç zaptiye erini Çiçili İdris’i tevkif etmek üzere Anuşka’nın evine göndermişti. Ancak, tahmin edileceği üzere evde ne onu, ne de Anuşka’yı bulabildiler. Evi hizmetlilere bırakmış ve birkaç valiz dolusu eşyalarını yanlarına alıp nereye olduğunu söylemeden çekip gitmişlerdi. Zaptiyelerin buldukları yegane şey, İdris’in çalışma odasındaki masasının üzerinde bilerek bıraktığı aşikar olan ve hassasiyetle çizilmiş birkaç plandan ibaretti. Tabaka halindeki patron kağıtlarına çizilmiş bu planlarda, hangi dükkanların soyulacağı ve bu maksatla açılması gereken dehlizler ince detayları ile resmedilmişlerdi.
İdris’in, Devlet-i Ali nezdinde azılı bir hırsız olmaktan başka her hangi bir değeri yoktu. Lakin o, Ortaköy’den Karaköy’e ve hatta Süleymaniye’ye kadar uzanan hatırı sayılır bir alanda yaşam sürdüren yoksul insanların nezdinde, zenginden çalıp üç öğün aş olarak fakir-fukaraya dağıtan bir halk kahramanı haline gelmişti. Başlangıçta, bu ahvali pek de önemsemeyen idari erkan, Yeni Cami İmarethanesi’ndeki erzağa el koyup soyulan tefecilerin çalınan paralarına mukabil haraç-mezat satmaya kalkınca, hiç de beklenmeyen büyük bir nümayişle ortalık alevleniverdi.
1863 yılının soğuk bir sonbahar günü, Cuma namazını müteakiben Yeni Cami İmarethanesi önünde toplanan binlerce kişiden müteşekkil güruh, Ortaköy istikametinde homurtular eşliğinde ilerlemeye başladı. Sultan Abdülaziz’in Mısır ziyaretinde oluşu, Sadrazam Fuat Paşa’nın omuzlarındaki yükü bir kat daha ağırlaştırıyordu. Kaldı ki, Sultan tarafından sene başında azledildiği görevine iadesi de yeni gerçekleşmişti ve bu hâl onun durumunu daha da müşkül kılıyordu. Tophane Karakolunda bulunan tüm zaptiyelere ve askeri birliklere bu güruhu durdurma emri verildiyse de yürüyüş halindeki kalabalığın cesametine bakıldığında bunun mümkün olamayacağı aşikardı. Kaldı ki nümayişin sebebine tüm detayları ile vakıf olan kolluk kuvvetleri, halka müdahalede isteksiz bir tavır içerisinde idiler. Nihayetinde bu büyük güruh, Dolmabahçe Sarayı’na giden yol atlı sipahilerce kesilerek Beşiktaş Vapur İskelesi önlerinde ancak durdurulabildi. Fuat Paşa ile görüştürülmek üzere kalabalık içerisinden beş kişi seçildi. Bunlar arasında Feriköylü Necmi de vardı. Necmi bir adım önde diğerleri geride dizilerek Dolmabahçe Sarayı’nda Fuat Paşa’nın huzuruna çıktılar. Fuat Paşa öfke dolu bir ses ve çatık kaşlarıyla karşısında, ellerinde fesleri saygıyla saf tutmuş sözcülere seslendi,
– Deyin bakalım efendiler! Nedir bu nümayişin sebebi.
Bir anlık suskunluktan sonra Feriköylü anlatmaya başladı;
– Kıymetli Paşam, toplanan kalabalığın buraya kadar yürümesindeki sebep, dertlerini, sıkıntılarını Devlet-i Ali’nin en yüksek katına bizzat arz etmekten ibarettir. Dışarıdaki kalabalığı husule getirenler; devletin şefkat ve himayesine muhtaç, fakir-fukara insanlardır. Bildiğiniz üzere, Yeni Cami İmarethanesi’nden bu fakir insanlara her gün bilâ bedel üç öğün sıcak aş dağıtılmakta idi. Lakin, bahse konu imarethanenin bağlı olduğu Hatice Sultan Vakfiyesi’ne mühim miktarda para ve erzak temin ederek yüzlerce yoksul insanın aileleri ile birlikte karınlarının doyurulmasını mümkün kılan kişinin; Çiçili İdris lakaplı, tefeci dükkanlarına dadanan bir soyguncu olduğu anlaşılınca, imarethanedeki erzak haraç-mezat satılıp elde olunan parayla tefecilerin zararları karşılanmaya çalışıldı. Nihayetinde, imarethane aş çıkaramaz hale düşünce oradan nasiplenen yoksul insanlar da feveran ettiler. Durum bundan ibarettir kıymetli paşam.
Fuat Paşa, ceviz ağacından itina ile işlenmiş ve bazasının dört kenarında pencereden giren ışıkla parıldayan sedef kakmaların bulunduğu masasının hemen ardındaki makam koltuğundan hışımla kalpıp ellerini ardında birleştirerek oda içerisinde bir aşağı, bir yukarı yürüdü ve karşısında el pençe divan duran sözcülerin yüzüne bakmadan, hiddetle ortaya konuştu.
– İaşesi hanedanlıkça temin olunan Sakine Hatun İmarethanesine nispet, yedi mermer sofrada yoksula aş dağıtılmasının nedeni şimdi anlaşılıyor. Demek, bir soyguncunun çalıntı paraları Hatice Sultan Vakfiyesine bağışlanır ve bu paralarla da fakir-fukaraya üç öğün aş dağıtılırmış. Haram para ile hayır işi!.. Kusur bizde ki, vakfiyenin ardında kimler vardır, bu değirmenin suyu nereden gelmektedir soruşturmamışız. Bir baldırı çıplağın, halk nazarında kahraman olmasına imkan vermişiz.
Sözcülere dönerek sözlerine kaldığı yerden devam etti,
-Durum aşikar efendiler! Bu halde, toplanan güruha hitaben bir konuşma yapmak ve tez zamanda kalabalığı dağıtmak gerektir. Çıkabilirsiniz…
Sadrazam Fuat Paşa sözcüleri yolladıktan sonra üzerindeki sivil kıyafetleri çıkarıp askeri kıyafetlerini donandı ve halkın huzuruna çıktı. Hatice Sultan Vakfiyesi sevk ve idaresinin bundan böyle Devlet-i Ali’nin uhtesinde olduğunu ve “yarından tezi yok” erzak ihtiyacının temin olunarak üç öğün aş vermeye devam edeceğini beyan etti.
Dediği gibi de oldu. Yarından tez vakitte, o gece boyunca imarethanenin boşalan depolarına at arabaları ile erzak taşındı. Hınca hınç dolan erzak depoları gelen erzağın bir bölümünü almayınca, sonradan kullanılmak üzere vakfiyenin diğer depolarına istiflendi. O gecenin sabahı imarethanede toplanan fakir halka dağıtılan sıcak çorbanın yanında, Sultan Abdülaziz’in tuğrasını taşıyan küllahlar içerisinde gül kokulu lokumlar ve badem şekerleri de ikram edildi.
1863 yılının kış başlarında sular durulmuş, Galata Semti’nin sakinleri günlük mutat işleri ile haşır neşir olmaya başlamışlardı ki, tam da bu sırada semt, Kollukçu Davut’un evinde ölü bulunduğu haberi ile çalkalandı. Anlatıldığına göre Davut, zevcesi ile mahdumlarını köye, babasının yanına gönderdiği günün ertesinde, gece vakti sobadan çıkan gazdan zehirlenerek ölmüştü. Zaptiyelerce yapılan tetkikler neticesinde evin damındaki baca deliğinin, kendirden örülme bir çuval beziyle tıkanmış olduğu görüldü. Vak’anın müsebbibi alenen belliydi belli olmasına da nasıl edilip de yakalanacağı meçhul idi.
1870 senesine kadar hakkında vuku bulan üç-beş ihbar olmasına rağmen Çiçili İdris’in yakalanması hususunda bir netice elde edilemedi. Buna mukabil, Galata ve çevresinde aralıklarla devam edip giden ve kötü nam sahibi tefecilere ve tüccarlara yönelik akıl dolu her hırsızlık vakasında onun parmağı olduğu da bilinmekteydi. Zira, husule gelen her soygundan sonra, Hatice Sultan Vakfiyesi’nin Alameti Farikasını soygun yerinde bırakıp kayıplara karışıyordu.
-devam edecek-