Bir ramazan arefesinde doğdum, bir başka ramazan arifesinde ölüyorum. Arefe mi? Arife mi?* Hangisinin doğru olduğunu bilmiyorum, bu sebeple ikisini de kullanıyorum. Hayatım boyunca birçok şeyi bilemedim esasen ve görünüşe göre birçok şeyi de öğrenemeyeceğim gibi görünüyor. Yusuf ağabey şimdilerde gözümü dolduran; “baba olamayacağım örneğin” cümlesiyle hüzünleniyor, bir bira daha söylüyorum. Sigaranın pek de zararlı olmadığına, insanın ölebilmek için milyonlarca farklı sebebi zaten bulabileceğine ve sigaranın en azından keyfi bir durumu olması dolayısıyla kabul edilebilir bir ölüm olacağına kanaat getiriyorum. Ölmek çok ağırıma gitmiyor aslında ama böyle hastalıktan ölmeyi fiyakalı gençliğime çok da yakıştıramıyorum. Ne söyleyeyim ölmek her zaman için ve tüm coğrafyalarında dünyanın ölmektir en nihayetinde biliyorum, yine de daha güzel bir ölüm dilerdim ya da daha yazılabilir cinsten, bir aşkın peşinde kalp yetmezliğinden ölüp gitmek isterdim örneğin ya da bir fikrin kavgasını verirken, şimdiyse sikik bir tümör bir tarafımda ve ben böylece ölüyorum. Bir bira daha söylüyorum, biliyorum Ramazan ayında böyle şeyler çok günah, ama tanrım ölüyorum, bu seferlik idare etsen?
Bana sorsaydı “sayın tanrı” nasıl ölmek istediğimi, çok daha afili bir ölüm bulabilirdim bunu biliyorum, bu arada “sayın tanrı” kelimesini kullanmamın tek sebebi de şu kısa ömrümde Cemal ağabeyi okuyabilmiş, bilebilmiş olmanın kendimce teşekkürünü etmeye çalışmamdan. Seninle tanışmak istiyorum Cemal ağabey, nasıl doğduğunu da nasıl öpüldüğünü de bilmek istiyorum, umuyorum cennet diye bir yer vardır umarım ve ikimiz de o taraflarda oluruz, belki buluşuruz, eğer sen de istersen. Kıt matematiğimle yaptığım hesaba göre orası çok kalabalıktır şimdi, hafta sonları güzelim Kadıköy’ün kalabalığına sinirden çatlayan ben nasıl yaparım bilmiyorum, üstelik çok sevdiklerim -şükür ki- hala buradayken, bu kadar yalnızken. Burada senden söz açmanın tam sırası bebeğim, çok fazla cümle çok fazla acı demektir biliyorum, bencilliğimi affet sana ancak birkaç cümle ve bir söz bırakabiliyorum, beni beklemeye sen alıştırdın biliyorsun, aynı köşeden yoktur oralarda muhtemelen ama kenarındaki taş duvarların dibinde, papatyalar açmış bir köşe varsa orada bil ki ince ince sigarasını tüttüren kumral bir oğlan bekliyor olacak seni, o köşecikte, bu yaptığım adilik belki de biliyorum ama zoruma gidiyor hiç bir şey bırakmadan gitmek, sana bırakabileceğim bir sözlerim yani dolayısıyla acılar var, sana birkaç cümle acı bırakıyorum beni affet. Can dostum birkaç satır da sana olacak, sana acının kendisini değil de tohumunu bırakıyorum, bu tohum –şayet şanslıysak- filizlenirse nur topu gibi acılarımız olacak, hayatım boyunca ancak kafamın içinde büyüttüğüm portakal ağacını dik olur mu, meyvesini çocuklara dağıt, sen yeme, biliyorum geçmez kursağından bensiz. Aileme bir şeyler bırakmak istemiyorum, sevmediğimden değil, üzülmesinler diye, hatırlayacak birkaç sözüm kalmasın kulaklarında diye, zaten yazsam da bu dergiyi okumazlar ya neyse.
Hayatı çok da sevmeyen bir adam için kolay olur sanıyordum bu serüvene elveda demek, olmuyormuş. Şimdi öyle kızgın öyle sinirliyim ki hayatın kendisine bir söz bile bırakmak istemiyorum.
Hoşça, kardeşçe kalınız.
“kumral bir çocuğun yaz öyküsü bu, şarkılarla geçtim aranızdan, yalnızlar gibi susup uzun uzun, düşlüyorum bu kenti, ah bir aşk gibi.” Yanına geliyorum Kazım ağabey, gitarımı yanıma almama izin vermezler, bana bir gitar ayarla.
*Doğru yazım: Türkçe’de “arife”, Arapça’da “arefe”. (Editör Notu)
Yazan: Hakan Bayrakdar