Siyah deriden yapılmış dört köşeli bavulun sapını sıkıca tutuyordu. Ömrünün bütün yükünü içine doldurmuştu, taşımakta zorlanıyordu. Bir kısmını boşaltsa neleri bırakırdı geriye? Gençliği, aşkları, aldanışları, hayal kırıklıkları, acıları… Vazgeçemiyordu hiçbirinden.
Bavulu yavaşça yere koydu. Ellerine baktı. Yaşamın alnında derinleştirdiği çizgiler gibi, bavulun sapı da izler oluşturmuştu avuçlarında.
“Tren hemen gelmese, biraz daha kalsam, geriye dönsem, birisi adımı söyleyip beni çağırsa, ‘Gitme!’ dese.” diye düşündü, trenin yoğun dumanlar içinde yaklaştığına aldırmadan.
Tren önünde durdu, bavulu kavradı, açılan kapıya yöneldi.