Öykü

Başlangıç

Garajda, Emin”niyet”önü:

– Höst lan! Götür hemen bunu, çok oturgaçlılardan getir!

– Abi maalesef. Yani kızma da sadece tek götürgeçli kalmış garajda abi. Arayayım da getirsinler mi?

– Ne bekliyon ulan, ara hemen getirsinler!

(Bin atlı Akınlarda Ogün çocuklar gibi şendik! Görecekler gardırobu da, ayakkabı kutusunu da, parayı da, ağacı da, meydanı da! Ülkeyi sahipsiz, Başkan’ı da arkasız sanıyor pislikler!)

Filiz Akın’ın bu olayla bir ilgisi yoktu. Esasen kendisinin hiçbir şeyden haberi yoktu. Olay bir yerel gazetenin önünde gerçekleşti. Tabanı delik ayakkabı giyen birini öldürdüler. Ogün – ayrıca – kimse orada değildi – zaten.

Meydanda, Taksim:

– İstihbarat sağlam abi, buradan geçecekler. Reis homurgalanmadan işi bitirelim.

– Bıktım lan beklemekten! Yalova’da bomba patlamış, güya Üçkişilerdenmiş faili. E, noldu, sonuç? Yokgenlere karmalaştırılmış dediler, kapadılar üstünü!

– Deme öyle kardeşim devletimiz sağ olsun, vardır bir bildikleri!

(Canım ülkeyi, toprağı kanla yıkanmış şanlı Takunyamızı bırakıp gidecekler varmış. Koduklarım! Gidin lan Ekvador’a yerleşin!)

Bir Meydan günü başlamıştı Öcü Olayları. Fareler her köşeyi kesmişler, etrafa sürekli gaz salıyorlardı. Bir sürü bıcırık oraya buraya kaçışıyor, bulabildikleri dosthanelerde fare gazı dolu ciğerlerini temizlemeye çalışıyorlardı. Fareler bıcırıkları sevmediklerinden, yakaladıklarını toplayıp yer altına götürüyorlardı. En çok da geceleri boş sokaklarda yalnız kıstırdıklarını öldüresiye ısırıyorlardı.  Topluca bir kişiye saldırmak, sinsice takip ve durmadan boğucu gaz çıkarmak bunların işiydi.  Evine bir ekmek ile ikiyüzelli gram kıyma almaya çıkmış en bıcırığa bile acımadılar. Gece dışarı çıkamayacak kadar küçük olduğundan, güpegündüz kafasına isabet aldılar, uzaktan tabii. Oluyor böyle şeyler karmalaştırılmış işlerde. Devletimiz bilir yokgenler yaratmayı, evelallah!

Yolda, Zühre:

– Fırfırları söküyorlarmış anne, koşmam lazım, şimdi kapatıyorum.

(Akın var akın, güneşe Akın! Güneşi zapt edeceğiz, güneşin zaptı yakın! Yüzüne kapatmayaydım iyiydi. Merak edecek şimdi!)

Gardırobun içine bu kadar çok para nasıl girmiş olabilir, sülüntalar bunu merak ediyorlardı en çok. Etrafı bir sürü çok oturgaçlı götürgeç doldurmuş, köşebaşlarını tutmuşlardı. Yine de çoktu Zühreler, bir elin parmaklarından çok, daha çok. Ve daha da sürü sürü sülünta yağıyordu meydana.

Evde, Anne:

– Kalabalığa karışma yavrum. Duydun mu çocuğum? Ah, dur kapama! (İnşallah duymuştur son dediğimi, ah be evladım!)

Vaktiyle kimsenin ciddiye almadığı bu sülüntaları Takunya halkının gözünden düşürmek için “bunlar bir avuç bıcırık” demişti Başkan. Takunya halkı -Ekvador halkı kadar olmasa da- espriden anlardı.  Böylece sülüntalara herkes “bıcırıklar” demeye başladı. Bu arada bir bıcırık evini aramayı akıl etti. Fareden saklandığı köşeden, annesine merak etmemesini, sakin bir kafede çay içmekte olduğunu söyledi. Bıcırığını tanıyan her anne gibi o da kalktı Meydan’a çıktı.

Ve bu hikâye burada bitmedi.

Sayı: 59

Önceki Yazı
Tek Mevsim
Next Article
Yakın Uzaktır Bazen
Yorumlar (0)

Cevaplayın

Your email address will not be published. Required fields are marked *

BİR KÜÇÜK NOT

İletişim: info@rihtimdergi.com

YAZI GÖNDER

Geçici bir süreliğine ekibimiz dışından gelen yazılar değerlendirmeye alınmayacaktır.

Detaylı bilgi için tıklayınız.