Bilmiyorum kaç kırkikindi yağmurları aktı üzerimden, kaç uykusuzluk geçti, kaç mide kazıntıları… Hani, geliversen şöyle, arada bir bile olsa; bir dal umuda tutunsam, kıyısından uçurumun…
Bu coğrafyada hava hep kapalı benim gibi. Bir, kuş sesine hasretim; bir de senin nefesine. Sigara dumanım akar gider, sonunu göremediğim bir uzayışlık içinde. Ve ben sevdiğim, ölür giderim de ben bile bilmem.
Hoyrat akşamlar olur en arsızından; içinde sarhoş naraları, bana inat. Dilek ağacımdaki renkler solar, kahvem hiçbir zaman ağzına kadar dolu olmaz kavanozumda, kül tablam boş kalmaz, çayımın demi hiç açılmaz, gün ağarmaz, ağarmaz, ağarmaz…
Ölü sineklere ağıt yakarım sabahları; kibrit kutularından mezar taşları olur, kurumuş gül yapraklarından toprakları. Örselenmiş yüreğim kendine büyük gelen bir kafese tıkıldığından beri gökyüzünde yıldız görmem. Hepsi bir hayale tutunup yeryüzüne bırakmışlar kendilerini. Oysa benim dokunacak bir hayalim bile yok.
Sayfaları çevrilmemiş bir gazete yığınıdır yokluğun, gün hep o anda takılı kalmış gibi. Keşke alabilsek saatleri geri de hep aynı zamanda olabilsek.
Şehrin bütün isini taşıtmışım gibi küskün bir bakış atıyor ipte unutulmuş çamaşırlarım. Sobamdan arta kalanlar fonuyla uyum içinde savruluyor grilikte. Ve beni de cezalandırıyor soğuk bir rüzgâr, bir asılı kalıyorum, bir savruluyorum bu kentte.
Dakikaların arkalarından kovalayanı olmaz; kapıların çalanı, içime attığım çığlıkların duyanı… Örümcek ağları kaplar lambalarımın üstünü, bazen geceleri ürpertir yere sızan görüntüleri. Bazen de sevinirim varlıklarına, sen gittiğinden beri.
Elektrik kesildiğinde uzun kış geceleri, mum ışığında düşünürüm. Önceden var mıydı sanki derim, ne kadar alışmışız ışığın aydınlığına. Mutfağa geçerken de elim hep düğmeye uzanır. Ne zor değil mi alışkanlıklarımızdan vazgeçmek? Zamanla öğreniyormuş insan, öyle diyorlar. Neyi öğreniyormuş biliyor musun? Alışmayı. Oysa ben alışmışsam, yok olmuşumdur.
Yatağının başucundaki pencereye suskun bir kuş konardı. Uzaktan severdim tüylerini gözlerimle. Ekmek kırıntısı bıraktığımdan beri gelmiyor, o da terk etti beni.
Soframda ekmek, gecemde uyku, yastığımda huzur, kirpiğimde yaş, tenceremde yemek, içimde taşıdığım umut, kalemimde cümleler terk edip gittiler beni.
Yaramdaki kabuk terk etmiş, çok mu?…
Yazan: Canan Tümen