Şehrin en gösterişli alışveriş merkezi kapılarını tam saatinde, 10.30’da açtı. Genellikle müşteriler akşamüstü gelirdi. Yine de mağazadakiler her an biri içeri girecekmiş gibi ciddiyetten taviz vermez, hazır kıta beklerdi. Sosyetenin gönlünü kırmamak temel ilkeleriydi. Görev bilincinin doruklarında dolaşan özel güvenlik görevlileri de kapılar açılmadan, ünlü bir modacının tasarımı giysileriyle yerlerini almışlardı. Kendilerini AVM’nin gözü kulağı zanneden güvenlikçiler diğer günlerin tekrarlanacağı beklentisiyle güne merhaba dedilerse de yanıldıklarını anlamaları uzun sürmedi. Arkasındakileri gizleyen karartılmış camlardan daha koyu renkte, sayılı insanda bulunan otomobil hızla yaklaştı, AVM’nin önünde durdu. Siyah takım elbiseli şoför indi. Hızlı adımlarla aracın arkasından dolaşıp arka sağ kapıya uzandığında benzer bir otomobil daha geldi, birkaç metre geride durdu. Sonradan gelen aracın şoförü neredeyse ilk şoförün kopyası gibiydi; kıyafeti, yürüyüşü, kapıyı açışı… İkisi de kapı kolunu kendilerine zimmetli değerli bir eşya gibi tutuyordu. İlk araçtan baştan aşağı siyahlara bürünmüş orta yaşlı kadın, ardından yaşı ondan hayli fazla adam indi. Durduklarında dışarı çıkmadan aynada üstünü başını kontrol eden kadın az ötede eşinin yanına gelmesini bekledi. Diğer arabadakiler sahne tekrarına devam ediyorlardı. Tek fark yaşlarıydı. Uzun boylu genç kız hık demiş annesinin burnundan düşmüştü. Ablasının solunda yürüyen oğlan çocuğu da ciddiyet yarışında en az büyükleri kadar başarılıydı.
Erken sayılabilecek saatte gelenleri gören güvenlikçiler şimdi daha ciddiydiler. AVM’nin ışıl ışıl girişine adım atan aile onları sanki görmemişti. Güvenlikçiler buraya gelenlerin sadece ciddiyeti görmediklerini bildiklerinden pot kırma korkusuyla neredeyse soluk almıyorlardı.
Kendinden emin ayaklar asansörün önüne geldiğinde, katta bekleyen asansörün kapısı açıldı. Yukarı çıktıklarında arabadan iniş sırasına göre ışıltılı seramiklerle kaplı kata ayak bastılar; kadın, yaşlı adam, genç kız, erkek çocuk. Soldan devam ettiler. AVM’nin ışıltısına inat kapkara dekoruyla hemen fark edilen sosyete terzisine ait mağazaya geldiklerinde zile dokundular. Kapıyı açan kadın görevli, konukları öğretilmiş ciddiyetle karşıladı. Dış cephenin aksine içerisi insanı yoracak kadar aydınlıktı. Görevli kadın deri koltukların bulunduğu odaya kadar aileye refakat etti. İçeri girmedi. Sırayla oturdular. Etrafa bakınma fırsatı bulamadan yalnızlıkları sona erdi. Yaşlılığa adım atmaya hazırlanan, saçlarının dökülmeyen kısmını da kazıtmış, göbeğini ustalığını konuşturarak diktiği takım elbiseyle kapatan adam odadakilerin ellerini tek tek sıktı, kadının eline dudaklarını belli belirsiz dokundurdu. Hâl hatır sorduğunda sadece karşısındaki adam kuru bir teşekkürle yetindi. Diğerlerinden ses çıkmadı. Kadın başını hafifçe öne eğdi, kaldırdı. Meraktan mı yoksa can sıkıntısından mı bilinmez, çocukların gözleri köşe bucak dolaşıyordu. Müşterilerinin zaman sıkışıklığını tahmin eden sosyete terzisi uzatmadan konuya girdi.
“Efendim! Acelenizin farkındayım. Elimden gelen en kısa sürede siparişlerinizi hazırlayacağım. Fakat yine de bana ne kadar zaman verebileceğinizi lütfederseniz…”
“Yarın öğlene kadar?..”
“Yarına yetişmesi mümkün değil beyefendi.”
“Durumun farkındasınız!..”
“Aceleniz olduğunun bilincindeyim. Fakat benden içime sinmeyen bir iş çıkartmamı beklemezsiniz sanırım. Malum, eşiniz hanımefendinin ve sizin ölçüleriniz yıllardır aynı. Sizinkileri yarına yetiştirebiliriz. Fakat genç hanımefendinin ve küçük beyin ölçüleri sürekli değişiyor. Her şeyi sil baştan yapacağız. Takdir edersiniz ki bu da zaman demek. “
“Haklısınız. Ustalığınızdan, sanatınızdan bugüne kadar hiç taviz vermediğinizi biliyorum.”
“Teşekkür ederim. Çok naziksiniz.”
“Peki, en erken ne zaman bitirebilirsiniz? Ben de ona göre adamlarıma hazırlık yapmalarını söyleyeyim.”
“Anlayışınız için minnettarım. Yarından sonra sabah erkenden siparişleriniz evinize ulaştırılacak.”
“O hâlde ben talimatları vereyim.”
Yaşlı adam cebinden telefonu çıkarttı. Ekrana dokundu. Karşıdaki telefon bekletmeden açıldı.
“Caner Bey! Yarından sonra öğle saatlerine göre hazırlıkları yapın. Sakın bir aksama olmasın. Benim bu işlerle uğraşmaya pek zamanım olmayacak.”
“…”
“Sizden yana şüphem yok.”
“…”
“İyi günler.”
Adam telefonu kapattı, cebine koydu.
“Bizimle işiniz bittiyse vakit kaybetmeden kalkalım.”
“Genç hanımefendiyi ve küçük beyi ölçülerini almak için sizi uğurladıktan sonra kısa süre daha konuk etmemiz gerekecek. Biliyorsunuz…”
“Onlar diğer arabayla gelirler. (Çocukların gözünün içine bakarak devam etti.) İşiniz bitince şoförü arayın, sizi kapıda karşılasın. Oyalanmadan doğruca eve dönün.”
Sosyete terzisi yarım kalan sözlerini tamamlama telaşıyla araya girdi.
“Beyefendi! Müsaade ederseniz sizlerin de beş on dakikanızı daha alacağım.”
“Ödemeyi mi konuşacaksınız?”
“Hayır efendim. Ne münasebet!..”
“O hâlde?..”
“Böylesi önemli, tekrarı olmayan bir günde yaşanacak tatsızlığın telafisi yok. Bu yüzden birkaç küçük bilgiye ihtiyacım var. Ayrıca değişmese de riske girmeyip ölçülerinizi hızla kontrol edelim derim.”
“Uzatmadan halledelim.”
Terzi vakit kaybetmeden ölçüleri alıp telefonla sekreterini çağırdı. Özenle hazırlandığı belli giysiler içinde gelen sekreter, müşterilere “hoş geldiniz” dedikten sonra beklemeksizin, kendisine verilen görevi yerine getirdi. “Yakınlık dereceniz?” sorusuyla başladı. Aldığı bilgileri tek tek not etti. Son soru diğerlerinden farklı yanıtlanacaktı.
“Lütfen sorunun yanıtını az, orta, çok diye veriniz. Duygularınızın, yüz ifadenizin hangi düzeyde yansıtılmasını istersiniz?”
Yaşlı adam duraksadı, eşine baktı. Göz göze geldiler. “Az” sözcüğü ağzından çıkarken kadın başıyla onayladı. Sekreter teşekkür edip odadan çıktı. Müşterilerini kapıya kadar uğurlayan adam döndüğünde hiç oyalanmadan çocukların ölçülerini aldı. Artık zamanla yarışıyordu.
Sosyete terzisi, söz verdiği gün tam vaktinde köşkün önündeydi. Giriş kapısının solundaki kulübenin dışında bekleyen görevli, kendisine tembih edildiğinden aracı bekletmeden bahçeye aldı. Siyah minibüs gösterilen yerde durdu. Terzi, yanında ikisi kadın dört elemanıyla araçtan indi; daha önce gelip sıralarını bekleyen diğer markaların personelinin önünden hızlı adımlarla geçip gittiler. O ana kadar kimsenin görmediği, kılıfındaki giysileri koşarcasına kendilerine gösterilen odalara götürdüler. Kapalı kapılar ardında zamanla yarış sürüyordu. Terzi odadan odaya koşuyor, inisiyatifi elden bırakmıyordu. Neredeyse iki saat sonra her şey tamamdı. Önce yeni ayakkabıları getiren firmanın elemanları ayrıldı. Terzinin talebi üzerine kuaförler son ana kadar köşkü terk etmediler. Terzi “her şey tamam!” dediğinde tüm aile üyelerini salonda toplandı. Son kontrolleri bitirmek üzereydi ki kapı çalındı. Hemen kapıya giden terzi kendisine uzatılan çantayı aldı, kapıyı sıkı sıkıya kapattı. Masaya bıraktığı çantayı açtı, mücevher gibi korunan gözlüklerden sağdakini çıkarttı. Önce evin hanımına arkasında göz yokmuş hissi uyandıran karanlık gözlüğü taktı; sonra diğerlerine. Evvelden hazırlattığı boy aynasının üzerindeki örtüyü kaldırırken uzun süren sessizliği bozdu.
“Efendim! Lütfettiğiniz bilgilere göre sizleri en iyi ancak bu gözlüklerin tamamlayacağına kanaat getirdim. Umarım sizin de içinize siner.”
Önce evin hanımı, sonra genç kız, ardından bir an önce şu seremoni bitsin diye bekleyen oğlan, en son da yaşlı adam aynanın karşısına geçti. Sorgulayan gözlerle baştan aşağı her şeyi tek tek kontrol ettiler. Şikâyet edecek en küçük kusur dahi bulamadılar. Hele gözlüklere bayılmışlardı. Karşıdaki insanı arkasındakileri görememenin boşluğuna yuvarlarken, o bütünleştikleri yüzlere kattıkları derin gizem ve hüzün tarifsizdi. Bir iş, insanın içine ancak bu kadar sinebilirdi. Elde ettiği saygınlığın boşuna olmadığını yine kanıtlamıştı sosyete terzisi.
Ev sahibi, zamanı geldiğini düşünüp sekreterini çağırdı, kapıdan uzatılan çantayı aldı. Masaya koyduğu çantayı açtı, aradığını bulunca kapatmadan öylece bıraktı. Önceden hazırladığı imzalı çek yaprağını uzatırken teşekkür etti.
“Aman efendim! Ben sadece işimi yaptım. Ne acelesi vardı? Ödemeyi sonra yapardınız. Üstelik bu meblağ çok!”
“Bunu fazlasıyla hak ettiniz. Beklediğimden daha iyi bir iş çıkarttınız. Hizmetinizin karşılığını sıcağı sıcağına almanız gerekir.”
Terzi teşekkür ederken yaşlı adam çantadan çıkarttığı çek karnesinin bir yaprağını doldurdu, kopartıp şaşkın bakışları arasında adama uzattı. “Bunu da hizmetlerinden ötürü personelinize dağıtın lütfen,” dedi.
Salonun kapısı açıldı. Siyahın en koyu hâli kılık kıyafetlerin ağırlığına uygun adımlar atan aile üyeleri, neredeyse beş dakikada ulaşabildikleri köşkün merdivenlerinden üzerlerine giydikleri ciddiyetle indiler. Aynı model siyah arabalardan öndekine adam ve eşi, arkadakine çocuklar bindi. Onlara üç araç daha eşlik etti. Yolculuk uzun sürmedi. Mermer merdivenlerin önünde duran arabalardan sırayla indiler. Kadın, yaşlı kocasının koluna girdi. Ağır ağır çıktıkları merdivenler bittiğinde sosyetenin, ünlülerin cenazelerinin kaldırıldığı caminin avlusundaydılar. Onlarca çelengin sıralandığı duvarın karşısına geçtiler. Bitip tükenmeyecek hissi uyandıran başsağlığı dilekleri cenaze aracının gelmesiyle son buldu. Musalla taşına konulan tabutun baş tarafına geçen yaşlı adam sol bileğini sağ eliyle kavradı. Öylece cenaze namazına kadar annesinin tabutu başında bekledi; kimsenin gözüne çarpmayan hakikat de. Tabutun içindeki kadının çıplaklığını örten kefen ne kadar beyazsa, cami avlusundaki bedenleri örten giysiler bir o kadar siyahtı. Dünyayı tanımak için açılan gözler de, ruhların derinliklerinde gizlenenleri ele vermesin diye zindana kapatılmış gibiydiler. Her yer siyahtı; kirli siyah. Fakat görev çok geçmenden tamamlanacak, birkaç saate kalmadan o kirli siyah, suç ortaklığının bedelini ödemek üzere sonsuza kadar başka bir karanlığa emanet edilecekti.
Yazan: Serdar Şen