Giderek sızan sızısın hayallerime…
Yıllar önceydi. Bir akşamüzeri, sinemaya beraber gitmiştik. Hangi film olduğunu hatırlamıyorum. Filmin bir anında başını omzuma koydu ve uzattı elini. Sonunu düşünmeden tuttum sımsıkı. O günden sonra eli elimde, yüreği yüreğimde. Düşünüyorum da o gün boş kalsaydı eli, yüreğim şimdi kurak iklimde kuruyup gidecekti. Oysa şimdi o var içimde, benliğimin en derininde hem de. Yüreğim sevgisiyle hayat bulurken, her nefesim onun için.
Her anını nakış nakış işledim gözlerime, aşkını yüreğime sardığım gibi. Elleri ellerimi tutunca tüm korkularım son buluyor. Bir de sımsıkı sarıldı mı, tamamen o oluyorum. Giderek ona benziyor, adını adımdan ayırmıyorum. Nefret ettiğimiz ne varsa sevmeye başladık sevdalı bir yürek hatırına. Mesela ben artık Müslüm Gürses tutkunu, o ise fotoğraf çılgını olmuş vaziyette. Onunla ben, su ve yoğurt misali kendi kimliğimizi bırakarak “biz” yoluna bilet aldık ayran olup. İki bedende tek gerçekliği yaşayan hayat yolcularıyız.
Çocukça gözlerini kaçırması vardı. Bir de aşk dolu bakışları. Muzipçe gülüşleri. Hüzünlüyken susuşları. Yanındayken kızgınlıklarım, uzaktayken sımsıkı sarılışlarım. Şiir okuması, şarkı söylemesi… Hayat onda güzeldi, onsuz yavan bir öğün misali. Kızmalarını bile özlüyordu insan kimi zaman. Sevmek, onun için endişe etmekti çünkü. Özledim yerine “müsait ol, konuşacağız” tribi atmaktı. Seviyorum denmezdi her daim. Çünkü “sıkı giyin”, “akşama geç kalma” vardı.
Yine bir akşamüzeri sahil boyunca el ele yürümeler. Hem de yağan yağmura aldırmadan. İşte bu akıl işi değildi, gönül işiydi. Yağmuru sırf onunla ıslanmanın şerefine sevmek… Bir an bile olsun bırakmamak o eli. Sonrasında hasta olmasından endişe duymak… Aşkın en koyusunu yaşarken çocuk umutları serpmek her ana. Onunla geçen zamanın hep taze kalması akılda. Ansızın düşer yüreğine ona dair ne varsa. Sabahlara onu anarak başlamak… Onu sevmek, soğuk kış gününde dumanı tüten bir yudum çaydı. Onu sevmek, güzel şeydi vesselam. Çünkü onun sevgisi, gökyüzüydü.
Güne pencereden vuran güneşin ardından onun sesiyle uyanmak ısıtırdı yüreği. Merak edişlerini naza çekip biraz da muziplik yapmaktı. Onu sevmek işte böyle umut doluydu. Ama en çok da sevgi şöleniydi.
Yokluğu baş gösterdi mi Sibirya soğukları eser, Zeus gelse çare olamazdı bu inatlaşmaya. Yürekler sürgün vaktini doldurunca koşarak kavuşurdu birbirine. Sanki hiç gitmemiş gibi yudum yudum sevda içilirdi. Bir öpücüğün ıslaklığı gitmeden yenisi sipariş edilir, çocukça haşarılıklar mazur görülürdü.
Onlu anılar yüreğim tarafından korunuyor. Aklım, gülüşünden tut, bakışına, hatta yüzündeki çizgilere kadar bir bir kayıt almış. Hiç dinmeyen ve durulmayan yüreğimin sızısı. Hayallerimin başrol oyuncusu. Ben o, o da ben. Yani ben onu çok sevdim, tıpkı onun beni sevdiği gibi. Biz bıraksak da bizi, yüreklerimiz buna geçit vermedi. Şimdi o benimle bir hayat kurmak için çalışıyor, bense sımsıkı sarılıyorum ona her anında. Önce hayalimdi, sonra umudum, şimdiyse dilimden düşmeyen duam.
Yazan: Zeynep Çelik