Geçecek bugünler derken avuçlarının içinin terlediğini hissediyordum. Bir şeylere geç kalmakta üstüne olmayan ben, amaçsızca onu dinliyor ve çok istiyorsa geçsin istiyordum. Geçsin çünkü yüzü gelecek, geçsin çünkü ne kadar hızlı geçerse o kadar çabuk unutacak.
Perdenin açık kalan yerlerinden sızmayı başararak içeri giren güneş, karanlık odayı biraz da olsa aydınlatıyor ve masanın beyazına vuruyordu. Masanın üzerinde sadece bir şişe rakı ve iki tane rakı bardağı vardı. Odadaki sigara dumanından göz gözü görmez olmuştu ve güneşin verdiği o küçük kaçamak aydınlanmalarda, bir ip gibi görünen sigara dumanını izlemek mümkündü.
Gülümsedi.
-Seni özlemişim. Hiç değişmemişsin ve hala günaşırı içiyorsun. Bırakmaya yemin etmeye devam mı?
Devam dedim. “Her sabah yemin ediyorum içmeyeceğimin üzerine. Ailem, inandıklarım, gökyüzü, şarkı, kitaplarım, kalemim, beyaz masam yani aklının alabileceği sevdiğim ne varsa hepsinin üzerine her sabah yemin ediyorum.” dedim.
Kadehini uzattı, yüzüme gülümsedi ve hiç değişmemiş cümlesini tekrar etti:
-Biraz çirkinleşmişsin sanki. Yıpratıyorsun kendini, gerçi seni bildiğim günden beri pek önemsemezdin bu tip şeyleri ancak bir gün çevrendeki güzel insanları üzmekten korkmuyor musun? Düşünsene bir gün düştüğünü?
-Elden ayaktan düşmeyi kastetmiyorsun sanırım.
-Hayır, gözden düşeceksin. O eğlenceli, hayat dolu hınzır gidecek ve insanlar seni unutacak.
Unutsunlar, dedim. Böylesi daha iyi olacaktı benim için. Birilerinin beni unutmasına ihtiyacım vardı. Özellikle beni sevdiğini düşündüğüm insanların, birkaç aydır beni unutmalarının onlar için daha hayırlı olacağını düşünüyordum. İnsanlar hatırlamak için yaşıyor ne tuhaf. Ben yok olup gideceğim günün neye benzeyeceğinden, hangi güne denk geleceğinden ve o günün hava koşullarının nasıl olacağından başka bir şey düşünmüyordum. Umarım yağmurlu ve Salı olur.
-Kimseden gitmeden unutulmak mümkün mü?
Yine içinden konuşuyorsun dedi. Kendine yalan söylemeyi bırakmalısın. Gücünü toplayıp ayağa kalkmanı istemiyor kimse senden ancak bir şeyler yap ve hiç yoktan güçlü görünmeye çalış.
Yüzü sonsuza kadar inanabileceğim kadar dost göründü yüzüme. İyi de nasıl mümkün olacaktı bu? Ben zaten güçsüz olduğumu hiçbir zaman söylemedim ki. İstesem şu koltuktan ayağa kalkabilirim, istesem sabahları yüzümü yıkamak için aynanın karşısında dakikalarca kendime bakmam ve istesem onu bile unutabilirim.
Dışarıda havanın kararmaya başladığını, aralıklı perdeden süzülen o keskin ışığın renginin solmasından anlıyordum. Çok erken başlamıştım güne, sabahın altısında kalkıp, kendime bir Tanju Okan plağı hediye edip, gücümü olabildiğince toplayıp, beyaz peynirime rakı karıştırmıştım. Gün benim için içebildiğim sürece vardı, bitkin düşüp sızana kadar huzursuz yaşıyordum. Bir kadeh daha içmeye gücüm vardı ve kadehimi dost yüzlü sohbet arkadaşıma kaldırdım, bir kadeh daha dedim, olur dedi ve doldurdum. Ellerim titriyordu, uyumuşum.
Uyandığımda masada tek kadeh rakı vardı, sabahın ilk ışıkları yine perdeden içeri süzülüyordu. Hayali diyorlar her gün sohbet ettiğini sandığım insanlara, kendi kendime içiyormuşum meğersem. Çok biliyorlar. O dost yüzlü arkadaşımın bir daha gelmeyeceğine beni inandırmaya çalışıyorlar.
Yazan: Serhat Güngör