Farkında olmadan bana yardımcı olan B.Ö için…
Soğuk bir Ekim ayının 23.gecesiydi, dışarda hafifçe çiseleyen bir yağmur vardı. O gün de diğer günler gibi gayet sıradandı, ta ki kapı çalana dek… Sabah 07.15’de telefonun alarmıyla gün başlamış, işe gitmek için hazırlanmıştı. Evde kahvaltı yapmazdı, çünkü günün en sevdiği kısmı olan vapurda çay-simit keyfini kaçırırdı. Akşam olmuş, işten çıkmış, İstanbul’un ”üvey evladı” olarak gördüğü Kadıköy’deki evine dönmüştü.
Yolda her gün yaptığı gibi üç Tuborg bira ve sarı leblebi almayı ihmal etmemişti. Birasını içip leblebi yerken asfalta düşen yağmur damlalarını dinliyordu. “Yağmurun kokusunu içine çekecek toprak bile bırakmadılar” diye düşünüp ağız dolusu küfürler etti kentini yönetenlere.
Eski bir apartman olduğundan asansör yoktu, bu yüzden gelen biri olduğunda ahşap merdivenlerden ayak seslerini duymanız mümkündü. Üç defa çaldı kapı, çalanın çok acil bir işi olmalıydı ki; biraz daha uğraşsa kapıyı yerinden sökerdi. “O huysuz ihtiyar ev sahibi kadın kiraya geldi” diye düşündü lakin daha bir hafta vardı ay başına. Birasını hafifçe bıraktı; kapıda bekleyenin aksine çok yavaş adımlarla hareket ediyordu. Kapıyı açtığında bütün evren o an orada donmuştu. Alkolün tesiriyle hayal gördüğünü düşündü ilk, sonra daha ikinci biranın bitmediği aklına gelince ağzından sesinin titremesine aldırış etmeden o kelime dökülüverdi:
-Handan…
Tam 3 yıl 2 ay 15 gün olmuştu bu kapıdan elinde aynı bavulla çıkalı, hayatının en önemli parçasıydı onun için. Ona kadar hayatında ciddi bir ilişkisi olmamış, hiçbir kimsenin gidişi böyle yıkıcı tesirler bırakmamıştı üzerinde. Handan onun için ekmekti, suydu, rakının yanındaki balıktı. Hayatında bir yedi yaşında kırmızı bisikleti olduğu zaman bu kadar sevinmişti bir de Handan’ı tanıyınca. Saçları sırtına kadar uzanırdı, bileklerine dokunduğunuzda kendi iklimini oluştururdu adeta. Hele bir konuşmaya başlasın, yüzlerce yıl dinlemek isterdiniz ki bu sırf güzelliğinden kaynaklanmıyordu. Annesini çok seven bütün erkekler, her kadına anne katar bir parça. Miladını doldurmuş acılardan başka ne sunacaktım sana, ruhumda türlü hüzünlere gebe olduğum anda rastlamıştım sana.
Bütün bunları unutmuştu, en azından öyle olmasını istiyordu, ta ki kapıyı açtığında bıraktığı gözlerle karşılaşana kadar. Handan; umursamaz, merhametli, gururlu. Üzerinde bembeyaz bir gömlek vardı. Beraber aldıkları Mavi marka kot pantolonuyla çok yakıştırıyor ve böyle gidiyordu. Sanki “Beni en güzel halimle hatırla” der gibi, sanki ayrılışlarin bile en güzelini benimle hatırla der gibi…
Gidişinin bıraktığı hüznün tedavisini başka bedenlerde aradı bir süre, sonra anladı ki aradığı şey yeni bir vücut değil eski bir ruhmuş. Onun için dünya saat 15.22’de durmuş; İsrafil sur’unu üflemişti.
Aklına gelen; cebinde biriktirdiği bütün küfürleri savurmak ve “siktir git” demekti ilk anda. Sonra sanırım “Neden?” diye sormak istedi. “Neden gittin, neden geri geldin Handan?” demek istedi. Fakat yağmurda ıslanmış saçlarını görünce yaşanmış ve yaşanmamış her şeyi unutup içeri aldı. Gittiği günden itibaren evin her bir köşesi eksik kalmıştı. Kahvaltı yapmıyordu mesela ya da hiçbir kadınla kendi odasında sevişmemişti. Gidişiyle darmadağın olan hayatı yeni yeni toparlanırken şimdi ne yapacaktı? Bütün bu sorulardan bir anlığına sıyrılıp ona sarılmak istedi, sanki hiç gitmemiş hep onunlaymış gibi.
Birden çalan alarm sesiyle irkildi, koltukta sızıp kaldığından dolayı boynu tutulmuş, yedinci biranın ardından sızıp kalmıştı.Ve çoğu gecelerde olduğu gibi rüyasında tekrar ona kavuşmuş olmanın saadeti odanın her yerini kaplamıştı.
Yazan: Uğur Can