“Şiiri etinden sıyırıp gitmek
Kanlı dizelerle kazımaktır kendini yeryüzüne…”
Bir ağustos ayında kalbine ince ince yağan ölüm yağmuru altında, kendini Kadıköy’deki Ümit Oteli’nin balkonundan yeryüzüne şiir gibi imledi. Hem kendini hem duygularını… Ölüm bir toplamdır, kimse bir düşünceyle ölmez. Kim bilir neler biriktirdi Kaan bu kirli dünyadan mürekkepli avuçlarına. Bir şiirinde “…usulca giderim güneş gibi batı kapısından bu kentin, zaman kıskacı altı köşeli” demişti ve adeta şiirinin arkasında durdu. Onu tanıyanımız ve bilenimiz çok az. Böyle bir sözcük dehasının bu erken vedası, kendi kendine açılan ve kapanması mümkün olmayan bir yaradır bana göre, edebiyatın ve edebiyat severlerin ruhunda. Benim için öldüğü yer hala kıpkırmızı bir sokaktır bu yüzden. Çünkü o kelimelerin emzirdiği gerçek şairlerdendi. Kalbinde sakladığı ince kırılganlıkları belki de en sert limanı olan şiirlerine dökmüştür.
2 Şubat 1970 yılında Ankara’da gözlerini açmıştır Kaan bu ince sızılı yaşama. İlköğrenimini Ankara İltekin İlkokulu’nda ve Cebeci Ortaokulu’nda yapmıştır. Ankara Yenimahalle Endüstri Meslek Lisesi’nin Elektronik Bölümünden mezun olur. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Sosyoloji Bölümünde öğrenimine devam eder. Aynı zamanda İzlek dergisinin girişimcilerindendir. Hatta “Gizdüşüm” adlı dosyasının basılacağını öğrendiği gün yaşamını sonlandırmıştır. İlk şiiri Milliyet Sanat “Genç Şairler Köşesi”nde yayımlanır. Diğer şiirleri; Çağdaş Türk Dili, Damar, Varlık, İzlek, Promete, Karşı, Yazılı Günler gibi dergilerde yayımlandı. 1992 yılında Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödüllerinde “Dikkate Değer Şairler” arasında yer aldı. Ölümünden sonra İzlek dergisinin girişimiyle “Kaan İnce Vakfı” kuruldu.
Kaan İnce, hayatta çoğul olan ne varsa her şeyi tersine çevirmiştir yaşadığı kısacık zaman diliminde. Yazdıklarına bakılırsa içinde büyük bunalımlara sebep olan şeyler ile dış dünyanın gerçekliğinde üstü örtülen – görmezden gelinen- ne varsa tam bir yıkım olmuştur Kaan için. Bu yüzdendir ki; gündüzün gürültüsüne acemi kalmış, geceyi daha çok benimsemiştir. Fakat o gecenin sessizliğinin verdiği huzurla değil; endişesiyle, belirsizliği, karamsarlığı ve tam anlamıyla umutsuzluk dolu fırtınasıyla doldurmuştur benliğini:
“küflü yüzler yok hiçlik de
hani ne derler gözlerinden öperim çocuk,
gamlı sevda, şiir…
Ne’m kalır geriye gülüm seni alırlarsa benden
tiksintiler toplamı umutsuzluk sapağında ölüm.”
Ve:
“Gece öldü. Ölüm öldü… Beni gördüm.”
Dizeleriyle bize anlatır bunu Kaan. Gerçeklerin acımasızlığıyla yüzleşmeye korkar. Bunu yalnızca bir kere başarabilmiştir fakat onda da ölümün kollarına atmıştır kendini. Şiirlerinin hemen hepsi hayata bakışını ve ölümü anlatır.
“Uyduruk sözlerinden betona yapışan ayrılık,
Boşluklarına zamanın dolunca gir doğandan yarı güzel rüyama.
Gel de gitme uykularıma dokun.”
Diyerek büyük bir boşluk bırakır bu dünyaya. Yolundan gittiği İtalyan yazar Cesare Pavese gibi ‘Yaşam Uğraşı’ndan vazgeçip ölüm çığlığına dönüşür. Çünkü ikisi de yalnızca ölüm gerçekliğine gönülden bağlıydı. Şiirlerinde olgun bir çocuksuluk ile belirgin ölüm duygusu dışlaşıyordu. Bunca duygusuzluğun, tutarsızlığın ve vurdumduymazlığın arasında içlerinde taşıdıkları ince duyarlılıkta yaşamın varoluşsal bir değeri kalmamıştı. Önemli olan bu gidişlerde bizi uzun uzun düşündürecek satırlar bırakmış olmaları mıydı? Peki, biz o kanlı şiirlerin, bizi bize duyurabilmek için yazıldığını anlayabilecek miydik? Onlar hiç eskimeden taptaze kalan bir koku bırakmışlardı satırlarda; ölüm kokusu…
Kaan İnce bu dünyaya şiir ile yabancılaşır. Şiiri bir “Devrik Yürek Savunması” olarak görür. Şiire şiir yazar. Hayata dair olan ümitsizliği yüzünden kalbinde yoksul bir yalnızlık barındırdığı sezilir.
“Çiy doladım kasnağına gecenin.
Işıksızlığın hep
yoksul yalnızlıklara çıkması doğurur o rüzgârı.
Giz dizilmiş çardaklar incir kokulu, çiçek hattı
gözlerine doğru.
Kokunda korku. Kafka; mürekkebini
içtiğim mevsimsiz aşk.
Ölümün önünde yayılan; çıbanı yüzümün…
Devrik yürek savunması ömrüm…
Yaşlı bir adam vurgun yemiş.
Kuşlar.
Düşler.
Kapılma saatleri, basamaklarında ateş yatan zaman
merdiveninin dik soluğuna.
Ve çekip giden bir ben,
Aynı denize, irkilen iskeleden.”
Seçtiği sözcükler ve bütün içtenliğiyle yazışı, ruhunu içselleştirmemize imkân tanır. Bu ümitsizliği biz de onunla yaşarız adeta. Hiçbir mücadelesi yoktur Kaan İnce’nin, yaşadıkları ve hissettikleri karşısında. Yalnızca ne yaşadığını, ne hissettiğini anlatır. Kaan İnce’yi şiirde duygusallığa iten kocaman yüreğidir. Satırlarında, bize bunu sorgulatacak boşluklar bırakmaz.
“Haritası parçalandı ellerimde gecenin, bir yitiriş değil bu, sınırları tutamadım yerinde,
Gözlerime doldu sular, şimdi zaman oynak bir gölge.
Nasıl başlasak geri dönmemek için?
Hüzünkıran ardında saklanan kalbimle, artık, okyanuslara
açılmak geçmeli içimden.
Biliyorum.
Ama kavuşmalar ayrılıktır bazen.”
Cesare Pavese kendini ararken, Kaan İnce bir yaşantı aramıştı. Aralarındaki en büyük fark buydu belki de. Pavese:
“Hayat, yaşantı aramak değil, kendimizi aramaktır.” demişti.
Kaan ise sığınacak bir liman arıyordu. İçinden geçenleri birilerine anlatmak ihtiyacı duyuyordu aslında.
“Avuçlarım öyle boş ki
Küçücük koynuna sığınıyorum sancıyla
Savrulmuşken yüreğimin dümeni
Bir parça mavilik uğruna…”
Bir “Mektup” yazmıştı Kaan. Birine kendiyle konuşur gibi yazmıştı o mektubu. Gözyaşı denizinde acının bir ucundan diğer ucuna geçiyordu. Mektubu yazarken fark etmişti hiç beklemediği yenilgiyi. Ve yüreği yataksız bir limana dönüşmüştü. Belki de biraz daha dayanabilmek için yazmıştı o mektubu.
“Artık yataksız bir liman yüreğim, soğuk ve loş.
Kırık düşlerim.Serçelerde gözlerimin buğusu…
Buruk içim.
Böylesi bir yenilgiyi beklemediğim için
Sabahın en serin ucunda bağıran ben
İntihar edecekmiş gibi sıkıyorum
Düşük boynuma asılı sonbaharı…”
Kaan henüz yolun başında kırılmıştı. Kırıkları zamanla kaynamamış bilakis acılı ve sancılı bir hal almıştı. Sizce asıl korku nedir bilmiyorum ama bence ölüm ölümle yüzleşti mi duyulurdu asıl korku. Ve Kaan İnce ölümdü. Her şiirinde ölümle yüzleşiyordu. Ruhunda hep bir gitmek arzusu olan insanı hangi kent durdurabilirdi ki, yahut hangi hayat? Ne olursa olsun ruhu uzakları çağırıyordu, gitmeleri… Belki de uzaklar ruhunu çağırıyordu, gitmeler el ediyordu ona uzaklardan. Kaan İnce hep beklendiğini biliyordu bu yüzden.
“Bir bir geziyorum ölümleri, gecenin bakışları arasında.
Sabah göğe yelken açıyorum, gündüzler tanımıyor beni nasılsa.
Aynalarda yürüyorum bazen, martılarla düşüyorum denize; dudaklarımı siliyor acılar.
Soluk alışımı duyamıyorum.
Sokak lambaları gibi geç yanıyorum.
Gölgeler yürümüyor artık.
Kıvrılan yollarda şarap lekeleri, sabahın ilk izi…
Ezanla dönüyor evine yüzü külrengi gececikler.
Kaç kuytuda paslanıyor yalnızlık?
Üşüyorum.
Gideceğim.”
Çok az şair kendini ölüme/ölümü kendine anlatırken bu kadar cömerttir. Kaan İnce bizim bu cömertlikten daha fazla yararlanmamızı sağlamıştır. Onun şiirlerini okurken daha çok yüzleşiriz hayatın en büyük gerçeğiyle. Her şiirinde, her satırında yüzümüze vurur bunu çalkantılı hissiyatıyla. O günden bu güne ortak marazlandığımız konulardan bizi arındırmak üzereyken edebiyatın kesik damarlarından biri haline geldi Kaan İnce. İnce bir beden, ince bir ruh, ince bir ses geriye ince bir sızı bırakmaz mı? Nefes almak için bir parça mavilik ararken mavi bir intihara dönüştü. Kâğıdı eline son kez aldı. Adındaki bir “a” bile ona fazla gelmişti. Onu da çıkarttı o gece. Beden denilen ağır giysiyi de…
“Adımdan çıkardım bir a
Gözlerimde gezer geriye kalan…”
Sonsuz uykusuzluğuna daldı.
İzlek Dergisinin girişimcisi olduğunu bilgisi yok. İsterseniz dikkatle okuyunuz. Söylenenlere göre Gizdüşüm dosyasının basılacağı gün intihar etmiştir. Bunu bilerek mi yaptı yoksa bu bilgiden yoksun muydu bilgisi müphemdir.
Yazıda yanlış bilgiler var; İzlek dergisinin girişimcilerinden olduğu, Gîzdüşüm dosyasının basılacağını öğrendiği gün intihar ettiği gibi.