Kafasında tek bir soru vardı: “Annem acaba ne sever?” Hiç anne çocuğu olmamış kadar acemiydi. Bunu düşünmesi için belki önce bir anne kucağı gerekliydi. sekiz yaşındaydı. Ev ve okul arasında belki iki yüz belki de üç yüz metreden başka gittiği yol yoktu. Tabii sütçü teyzesi hariç. O gün yine belki iki yüz belki de üç yüz metrelik yolu giderken anneler günü için annesine ne alacağını düşünüyordu Fidan. Kolay hediye bulamayacaktı biliyordu ve annesi de tam o gün onu görmeye gelecekti. Heyecanlıydı. Müzik öğretmeni Şükran Hanım sağ olsun elinden geleni yapardı görüşmeleri için ama hediye de bulamazdı ya? Zaten öyle bir ihtimal dahi olsa Fidan bunu istemezdi, kendisi bulmalıydı.
Geleceğe attığı adımları o aralar pek yoktu ama geleceğe attığı “ben yaparım” cümleleri vardı onun ve yapacaktı. Teneffüs zili çalmıştı, herkes koşup oynarken Atatürk büstünün altında, büyüyünce daha sık bakacağı bulutlardan yardım alıyordu. Arka bahçeye doğru gitti, mavi önlüğü ve kısacık saçlarıyla. Önlük bile rüzgârda sallanıyordu da saçları asla. Ninesi saçlarını bitlenmesin diye hep kısaltırdı ve Fidan büyüyüp ağaç olunca saçlarını asla bir daha kesmedi, kestirmedi.
Okul, çam ağaçlarıyla doluydu. Betonlaşmaya yeni başlayan İstanbul’un göçebe semtinde çam ağaçlarıydı evlere soluk veren. Oturdu çamın dizlerine ve düşünürken kabukları gördü. İç içe geçmiş kabuk dedi onlara. Belki biz de bir gün böyle oluruz dedi ve kozalağı aldı cebine attı. Sıra annesinin gelmesindeydi.
Anne, iki teneffüs sonra geldi. Fidan’a simit aldı ve yaptığı sütlacı yedirdi. Fidan, “Keşke çiçek alabilseydim.” diye iç geçirdi, yüzü düştü, içine çekildi. Anne, kızına sarıldı; kız, anneye baktı. Çıkardı kozalağı verdi: “Anneler günün kutlu olsun!” dedi, bu kez o sarıldı. “Bunu alabildim sadece.” cümlesi döküldü kalbinden. Fidan içine çekildi, anne kayboldu. Bedensiz şekilde uzaklaştı ve bir çöle gitti. Çölde bir kozalak bir de kendiydi. Kozalağa baktı, başını eğdi. Kozalağa baktı, güldü. Kozalağa baktı, çocuk büyüttü. Kozalağa baktı, çölde su buldu. Anneyi, yavrusu yıllar sonra çölden aldı.
Annenin artık bir evladı daha vardı: yirmi üç yaşında, belki yedi belki sekiz santimetre boyunda kozalaktı. Anne, çocuğuna yirmi üç yıl sonra kozalağı gösterdi. Çocuk güldü, anne kozalağa baktı , başını eğdi.