Vakit öğlendi; ama o hala yatağından çıkmamış, bazı insanların nasıl yaptıklarına hayret ettiği taş evleri düşünüyordu. Sonra o taş ev içerisinde dünyanın huzurlu bir yer olduğunu farz ederek yaşadığını hayal etmeye başladı. Yaptığı en önemli iş zaten hep hayal etmekti. Aklı hep havadaydı. Bir insanın aklı havada, ayakları ise karada olursa beden çekiştirildiği için kopar demişti babaannesi. Bu söz, inanmasa da tedirgin eder ve aklına ne zaman gelse aklını aşağı çekerdi. Bedenini pek sevmese de kopsun da istemezdi.
Hayallere daldığı yerden küçük bir cızırtı hareket etmesini sağladı. Gülin, üşüttüğü için bir haftadır evde yatıyordu. Lisede futbol oynadığı için kalınlaşan bacaklarındaki kaslar bile ağrıyordu. Aslında kalın bacakları genetikti ama bu durumu sadece bir sene oynadığı futbola bağlamak hoşuna giderdi. Cızırtı sesinin yükselmesi üzerine kalkıp bilgisayar kablosunu kontrol etti. Ses kablodan değil, gözlerini bile görebildiği garip kara sinekten geliyordu. Uçan şeylerden pek korkmazdı ama bu biraz nasıl dese, çirkindi. Çirkin olan her şey tehlikelidir diye düşünürdü hep. Şimdi bu çirkin şeyi odasından çıkarmalıydı. Oda zaten bir el arabasında gidecek kadar küçüktü, bu küçüklüğe bir canlı daha sığamazdı. Eline en yakında, kitaplarının üzerinde duran terliği alıp sineği camdan çıkarmak istedi. Sevmese de öldüremezdi çünkü çirkin de olsa yaşama hakkı vardı. -Maksat habitat bozulmasın- Hiç mücadele etmeden ama bir aslanı çıkarırcasına yüksek şekilde sineği oda dışına göndermişti. Ancak camdan defettiği sinek, sanki bir evcil hayvanmış gibi geri gelmişti. Camın dışındaki demire konarak kırmızı gözleri ile Gülin’e bakıyordu.
“Gel” diyordu sinek. Anlamadı Gülin, o da tekrar etti gel diye. Bir sinek onu çağırıyordu. Şimdi de sineğin ağzını gördü, sinek gülümsüyordu. O dişler birden tanıdık geldi. Gülin cama doğru yavaş yavaş yürürken kısaldığını hissediyordu. Biraz evvel sinekle göz hizasında iken sineğin ona kuşbaşı baktığı bir boya gelmişti. Aşağı baktı, bacaklarına kadar yere batmıştı. Sinek hala orada, ona tanıdık dişlerle gülüyordu. Cam kenarına yaklaşmasına çok az bir süre kalmıştı. Yürüdükçe küçülmüş, battıkça omuzları dahi görünmez hale gelmişti. En son adımı ile beraber artık kafası da gözden kaybolmuştu. Cama yaklaşmasına az bir süre kala omuzlarına kadardı batığı ve en son adımında artık kafası da gözden kaybolmuştu.(Bu cümleye bir daha bakalım) Teknik olarak alt komşudaydı hemen yukarı kendi evine çıkacaktı ama ayağına soğukluk geldi. Soğukluk bir süre sonra ılıdı ve bacakları sürekli yeni dokular keşfeder gibi his değişikliğine gidiyordu. Sanki bir denizin dibiydi girdiği. Evet, bir denizin dibiydi girdiği. Sesi boğum boğum, ayakları kuyruk, kolları ise solungaç gibiydi. Çırpınıyor, ayakları taşa elleri ise birbirinden anlamsız farklı canlılara değiyordu.
Tatlı bir su içinde debelenirken kırmızı göz parladı uzaktan. Bu kara sinekti. Döndü, güldü ve suyun içinde denizaltı pervanesi gibi kanat çırparak ilerlemeye başladı. Sineğin kanatlarının yarattığı dalgalar Gülin’in burnuna kaçıyor ama suyu burnundan içine çekebiliyordu. Gülin gücünü toplayıp takıldı peşine. Geldikleri yer sineğin dişleri kadar tanıdıktı ama çıkaramıyordu. Bağırmaya başladı. Sesi balonlar halindeydi ve tüm hecelerini birinin birleştirmesine ihtiyacı vardı. Suya vurmaya başladı. En sonunda biri geliyordu, ayaklarını gördü. Suyun üstünde yürüyüp de gelen kendi idi. Suyun gücünü saf dışı bırakıp yuvarlak bir alan oluşturarak geri itti kendini. Camdan dışarı bakıyordu suyun üstündeki kendi. Gülin kafasını yukarı kaldırıp baktı ve tekrar vurdu suya. Yukarıdaki kendi büyük bir kuvvetle geri vurdu. Su şahlanarak denizin dibine attı Gülin’i. Dip karanlıktı, sinek de yoktu şimdi. Biraz daha aşağı çekti kendini ve ayakları tabana değdi. Kafasını eğip yere doğru baktı ve yer yine tanıdıktı. Aşağıdaki kendi yatağına uzanmış yatıyordu. Sesinin duyurmaya çalıştı ama oralı bile değildi. Kazmaya başladı yeri. Kazdıkça su geliyor ve çıkan toprak yukarı doğru gidiyordu. Kaç yıldır suyun dibinde orayı kazdığını bilemedi, yorgundu artık. En sonunda küçük bir alana su tesir etmiyordu. Su birikmeyen alanı iyice büyüttü ve kendini oluşturduğu çukura attı.
Bir anda gözlerini açtı, nefes nefeseydi. Camın önündeki döşemede uzanmış yatıyordu. Güneş tam tepede üzerine vuruyordu ama yine de üşüdüğünü hissetti. Ne zamandır orada yattığını anlamadı, kesin hasta olacaktı. Yavaşça ayağa kalktı, saçları hafif ıslaktı. Burnuna konan kara sineği eli ile itti. Yatağa doğru uyuşuk adımlar atarak yatmaya gitti.