Geçen gün yolda yürürken, önünden geçtiğim çelimsiz mağazalardan birinin içinde çalan şarkıya takıldı kulağım. Mağazanın önünde yavaşladı adımlarım. Şarkıyı dinleyebilmek için her adımdan sonra 2 saniye duraksıyordum. İşin ilginç yanı, şarkının sözleri Türkçe bile değildi; ama Türkçe olsa bu kadar etkilemezdi. Anlamadığım bir dilde söylenen bu şarkı, bütün hücrelerime etki ediyordu sanki.
Şarkının içinde aşk mı yoksa nefret mi, haz mı yoksa acı mı olduğunu anlayamıyordum. Bana ne hissettirdiğini bile bilmiyordum. Açıkçası bu şarkıyı neden dinlediğim, bu şarkıya neden bu kadar takıldığım hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Şarkının kime ait olduğunu, adını filan da bilmiyordum. Şarkının çaldığı mağazayı da daha önce görmemiştim. Hatta bu sokaktan da daha önce geçmemiştim. “Neredeyim lan ben”, dedim bir an. Sahi neredeydim acaba.
Hadi ben buradaydım, bu sokak neden buradaydı? Ben buradayım diye sokağın, mağazanın ve şarkının da burada olması gerekmezdi ki yahu. Ne saçma işti bu. Çok saçma işti bu. Bir kere olsun, benim olduğum yerde hiçbir şey olsun. Sadece hiçbir şey olsun istiyorum; ama olmuyor. Halbuki bir şeylerin olması, daha zor değil mi? Öyle olmalı. O halde bu gereksiz ayrıntılar yok olsun. Bu sokak lambaları, kaldırım taşları, arabalar, trafik ışıkları… Bu gürültü, gürültü yapan insanlar, bu binalar, şarkılar. Yok olsun hepsi. Ne gerek var bütün bunlara, hiçbir şeyde yaşamak varken.
Hiçlikle heplik kapışsa, kim kazanır acaba? Hiçliğin yokluk silahı, hepliğin varlık silahı var. Sonsuza kadar sürebilir bu kapışma. Olan yine bana olur. Olan yine bize olur, insanlara olur bütün olanlar. Zaten bütün savaşlarda, bütün kapışmalarda ve bütün mücadelelerde olan insanlara olmuyor mu? Masum insanlara. Sütten çıkmış ak kaşıklara. O kaşıklar ak olmasa, bu kadar kolay kirlenmez. Ziftten çıkmış kara kaşık olmak lazım bu devirde. En koyusu, en karası olacaksın ki kimse kirletemeyecek benliğini. Sen kendinden kirli olacaksın bir kere. Korkacaklar sana yanaşmaya. Böyle olmak lazım, evet.
Bu arada, eğer bize bir şey olursa, heplik kazanır bu mücadeleyi. Sonuçta olan bir şey varsa, varlık vardır. Varlık varsa, heplik vardır. Heplik kazanır. Hep, heplik kazanmamış mı bugüne kadar? İnsanlar kendilerini hiçe bıraksalardı, bırakabilselerdi, mücadeleye de gerek kalmazdı belki. Belki… Hiçlik kokan bir kelime, ne kadar da güzel…
Nereden dalmışsam bu düşüncelere, baya vakit geçirmiş olacağım ki mağazanın çalışanlarından biri gelip dürttü beni. “Ne dürtüyon ya” diyecektim zor tuttum kendimi. Facebook mu arkadaşım burası? Öyle önüne geleni dürtüyorsun. Ayıp ayıp. “Tükanın önünü kapama kardeş” dedi. Özrü kabahatinden büyük, sinirlendim tabii. Çıkarttım belimdeki silahı, 3 el ateş ettim. Şaka şaka, yapmam ben öyle şeyler. Kusura bakmayın, dedim ve devam ettim. Hiçlikte yaşasaydık, bu iğrenç, laçka ve cıvık muhabbet hiç yaşanmamış olacaktı.
Yoluma devam ederken, bir yandan da şarkıyı düşünüyordum. Bu şarkının neden üstümde bu kadar etki bıraktığını hala çok merak ediyordum. Etki etki olmuştum resmen. Etki akıyordu paçalarımdan. Sonra parça parça anılar belirmeye başladı, gözümün önünde. Hak verdim şarkıya. Beni bu kadar etkilemesine. Etkiye hak verdim. Aynı gün buluştuğum arkadaşıma, büyük bir heyecanla anlattım bu olayı.
“Olur öyle şeyler. Bazı şarkılar, bazı duyguları, bazı anıları hatırlatır insana. Bu, senin gibi bir adama olunca, daha da fazlalaşmış etkisi tabi.” dedi. Ben de; “Etki mi eder? Etki ne demekmiş. Şarkı, etki etki aktı paçamdan.” dedim, anlamadı. Ben de anlamadım zaten.
Yüreğinize sağlık,