19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yalnızca kendi ülkesinde tanınmakla kalmayıp ününü kısa sürede Avrupa’ya taşımış, yazdığı romanlarla önce Avrupa ve ardından dünya edebiyatını derinden etkilemiş, güçlü kalemi ile 20. Yüzyıl düşünürlerine sosyolojik ve felsefi anlamda yön vermiş bir yazardır, Dostoyevski.
“Düştüğünde yanında olan değil, kalkman için elini uzatan dosttur. Unutma! Kötü günde katkısı olmayanın iyi günde payı yoktur.”
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, askeri doktor olarak görev yapan otoriter bir baba ve hastalıktan başını alamayan bir annenin çocuğu olarak 30 Ekim 1821’de Moskova’da dünyaya geldi. Çocukluk döneminde, okulların kapalı olduğu yaz aylarını babasının büyük arazilerinin bulunduğu Tula’da, annesi, ağabeyi ve kız kardeşleri ile birlikte geçiriyordu. Babası varlıklıydı fakat aşırıya kaçan cimriliği yüzünden bolluk içinde bir hayat sürmeleri mümkün olmuyordu. Bu yıllarda, babasının arazilerinde tarım yapan köylülerle tanışması ve onlarla birlikte çalışarak yaşadıkları sefilliğe tanık olması, ileriki yıllarda yaşama ve insanlara bakışını belirleyen önemli bir etmen oldu.
“Konuşarak anlatılmaz her şey, bazen susmak anlayana en güzel yanıttır.”
1837 yılında annelerinin tüberkülozdan ölümünden hemen sonra Baba Dostoyevski, iki oğlunu disiplini ile ün salmış Petersburg Mühendis Okulu’na yazdırdı. Fyodor Mihayloviç’in boş vakitlerinde okul kütüphanesine giderek başta Gogol olmak üzere, Puşkin ve Griboyedov gibi ünlü Rus romancı, şair ve öykü yazarlarının ve Balzac’ın eserlerini okuması, dolayısı ile edebiyatla tanışması da bu yıllara rastlar.
“Güçlü bir ruha ve yaradılışa sahip kadınlar, hele tutkuluysalar, başka türlü severler. Acımasızca bir sevgidir bu…”
Karısının ölümünden sonra kendisini içkiye veren Baba Dostoyevski, ordudaki görevinden ayrılarak Tula’ya yerleşti ve mahiyetinde çalışan tarım işçilerine kelimenin tam anlamıyla zulmetmeye başladı. Bu durum onun sonunu hazırladı ve kendi işçileri tarafından 1839’da öldürüldü. Fyodor Mihayloviç, otoriterliği ve cimriliği yüzünden ailesine ve çevresine hayatı zindan eden babasının bir an önce ölmesini dilerdi. Ancak, babasının ani ölümünde bu bağlamda pay sahibi olduğunu düşünmesi, onu bir süreliğine ruhsal bunalıma soktu. Fyodor’un ilk sara nöbetlerini geçirişi de bu döneme rastlar. Bu olumsuz koşullara rağmen Fyodor Mihayloviç, Petersburg Mühendis Okulu’nu bitirmeyi başardı ve asteğmen rütbesi ile istihkam komutanlığında göreve başladı. Bu görevini yürütürken bir yandan da Balzac’ın ünlü eseri Eugenie Grandet’in Rusça tercümesini tamamladı.
“İnsanoğlu, arzu ettiği bir şeyi elde etmek için çabalar. Onu elde ettiği vakit bir kenara atar. Gerçek değerini ise onu kaybettiği vakit anlar.”
Askerliğin ona göre bir meslek olmadığını anlaması uzun sürmeyecekti. Nitekim, daha bir yıl dolmadan görevinden istifa ederek hayalini kurduğu yazarlığa başladı. Kurgusal nitelikli ilk romanı Bednye Lyudi (İnsancıklar-1846) yayımlandı. Dostoyevski bu ilk romanında, katı ahlak kurallarının hüküm sürdüğü Rus toplumunda, yaşlı bir adamın öksüz bir kıza beslediği aşkı iç çatışmalarıyla birlikte işledi. Bu roman, ünlü edebiyat eleştirmenlerinden ve halktan büyük beğeni topladı. Devrin ünlü eleştirmenlerinden Belinski onun için, “geleceğin ünlü yazarlarından biri olacak” tespitini yaparken, ünlü Rus Şairi Nikolay Nekrasov “Yeni bir Gogol doğdu” diyecekti. Dostoyevski ilk romanı ile ünlenen sayılı yazarlardan biri olmayı başarmıştı.
“İnsanların mutluluk kadar kedere de ihtiyaçları vardır.”
Aynı yıl Dvoynik (Öteki) adlı romanı yayımlandı. Bu romanının yazımında belirgin bir Gogol etkisi dikkat çekiyor ve birbirine düşman olan çift kişilikli bir memurun öyküsü anlatılıyordu. Ancak bu roman ilki kadar ses getirmedi ve sıkıcı bulundu. 1847 Yılında yayımlanan Hozyayka (Ev Sahibesi), 1848 Yılında yayımlanan Beliye Noçi (Beyaz Geceler) ve Slaboye Serdtse (Yufka Yürekli) adlı romanları da beklediği ilgiyi görmeyince yazarın umudu kırıldı ve bir süreliğine yazarlığı bırakıp Genç Liberaller’e (Tetrashevski) üye olarak politikaya atıldı.
“Hayat bir sınavdır ama diğer sınavlara benzemez; bazen yaptığın bir yanlış tüm doğruları götürebilir.”
23 Nisan 1849’da ‘devlet aleyhine komploya karıştığı’ iddiası ile 22 arkadaşı ile birlikte çarlık polisi tarafından tutuklanarak hapse atıldı. Hapishanede kaldığı sekiz ay boyunca 11 yaşında bir çocuğun düşünce yapısını irdeleyen Nibanşrin Geroy (Küçük Kahraman-1849) adlı öyküsünü yazdı. Arkadaşları ile birlikte haklarında açılan davada hepsi ölüm cezasına mahkum edildiler ve 22 Aralık 1849’da kurşuna dizilmek üzere Semyonevski Alanına götürüldüler. Verilen cezanın infazını bekledikleri sırada kendilerine, “cezalarının 4 yıl kürek mahkumiyeti ve 6 yıl adi hapse çevrildiği” söylendi. Bunun üzerine zincire vurulup Sibirya’ya (Omska) sürüldüler. Aylar boyunca taş kıran, kolları damgalanan ve zorla traş edilen Dostoyevski’nin Suç ve Ceza kavramlarıyla yüzleşmesi bu yıllarda gerçekleşmiştir.
“Sönmüş dostluklar üzerine aşılanmış kin ağacı en öldürücü meyveleri verir.”
1854 Yılında kürek mahkumiyeti sona eren Dostoyevski aynı yerde zorunlu askerlik görevine başladı. 1858’de Sibirya’nın uzak bir kasabasındaki gülünç olayları anlattığı, Diyadyuşkin Son (Amcanın Rüyası) ve hemen ardından kusursuz bir kişinin portresini çizdiği Selo Stapançikovo i Ego Obitateli (Stepançikova Köyü) adlı iki uzun öykü kaleme aldı. 1859’da sara nöbetlerinin askerlik görevini yerine getirmesine engel olduğuna karar verilerek ordudan ayrılmasına ve St. Petersburg’a dönmesine izin verildi. İlk eşi Marya ile yaşadığı mutsuz aşk ilişkilerini konu alan Vnuz-hennye i Oskorblennye (Ezilenler -1861) ve Sibirya’daki kürek mahkumiyeti yıllarını anlattığı Zapiski iz Mertvogo Doma (Ölüler Evinden Anılar-1862) adlı eserlerini bu dönemde kaleme aldı. Ölüler Evinden Anılar ilk olarak ağabeyinin katkıları ile kurulan Vremya Dergisi‘nde tefrikalar halinde yayımlandı, sonra kitap haline getirilerek basıldı. Aynı yıl, liberallere karşı açtığı savaşı güçlü kalemi ile sürdürdüğü “Tatsız Bir Olay” adlı kısa öyküsünü kaleme aldı. “Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Düşünceleri-1863″ adlı eserinde ise Londra ve Paris’teki yozlaşmış günlük yaşamı irdeledi. Öykü ve romanlarının tefrikalar halinde yayımlandığı Vremya Dergisi, 1863 Yılında Polonya’daki ayaklanmayla ilgili bir makale yayınlamaktan ötürü kapatıldı.
“Doğaya karşı işlenmiş bir suçun öcü, insan adaletinden kat be kat fazla alınır.”
Dostoyevski, Zapiski iz Podpolya (Yeraltı Dünyasından Notlar-1864) adlı romanında Batı uygarlığına saldırarak kurtuluşun ancak Doğu kültürüne ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmakla gerçekleşeceğini savundu. Eşi Moskova’da öldükten sonra 1864’te yayınını yalnızca bir yıl sürdürebildiği ikinci dergisi Epokha‘yı (Çığır) yayımladı. 1867’de ikinci uzun öyküsü İgrok’u (Kumarbaz) yazarken tuttuğu 22 yaşındaki stenosu Anna Snitkin ile evlendi. Yazarlığa başladığı günden itibaren kazandığı paranın idaresini elinde tutan Ağabeyi Mihail‘in ölmesi üzerine borç batağına saplandı. Alacaklılarından kurtulmak için çareyi eşi ile birlikte Avrupa’ya kaçmakta bulan Dostoyevski, yaklaşık 4 yıl boyunca Almanya, İsviçre ve İtalya’da yaşadı. Bu onun belki de en verimli yılları oldu. Beş büyük eserinden üçünü bu yıllarda kaleme aldı: Prestupleme i Nekazanie (Suç ve Ceza-1867), Edeot (Budala-1869), Besi (Ecinniler-1871). Özyaşam kesiti niteliğindeki üçüncü uzun öyküsü Veçniy Nuj ‘da (Ebedi Koca-1870) yazarın bu dönem eserlerindendir.
“Büyük insanlar daima büyük acılar çekmek zorunda kalmışlardır.”
Dostoyevski 1871’de Rusya’ya geri döndü. 1873-74 Yıllarında haftalık dergi Grajdanin‘in (Yurttaş) genel yayın yönetmenliğini yaptı. Bu görevden ayrılışından hemen sonra dördüncü büyük eseri olan Podrostok’u (Delikanlı-1875) yazdı. 1876’da kendi aylık dergisi Dnevnik Pisatella‘yı (Bir Yazarın Güncesi) kurup 1880’e kadar yayımladı. Evli ve genç bir kadının intiharını inceleyen kısa öyküsü Krotkaya (Tatlı Kadın-1876) ve dünyadan gelen bir adamın yozlaştırdığı uzak gezegen insanlarının öyküsünü anlatan bilim-kurgu türündeki Son Smeşnogo Çeloveka (Gülünç Adamın Rüyası-1877) ilk kez bu dergide yayımlandı.
“İnsanın aklı çoğaldıkça can sıkıntısı da çoğalır.”
Dostoyevski’nin beşinci büyük eseri (çoğu eleştirmene göre en önemlisi) Bratya Karamozovi (Karamazof Kadeşler- 1880) kaleme aldığı son eseri oldu. Karamazof Kardeşler‘de, Küçük bir Rus kasabasında, ilk eşi tarafından terk edilmiş, ikinci eşi ise ölmüş dul baba Fiyodor Pavloviç Karamazov ile dört oğlunun yaşam öyküleri anlatılır.
“Aşk varsa, mutlu olmadan da yaşanabilir.”
Dostoyevski, eserlerinde mükemmel insan ve mekan tasvirlerinin ötesine geçerek, kahramanlarının ruh hallerini analizleyen ve eylemlerindeki sebep-sonuç ilişkisini tüm açıklığı ile okuyucusuna yansıtan yazım tekniği ile ön plana çıkar. Bu analizler öylesine derin ve anlamlıdırlar ki, sadece okuyucularını etkilemekle kalmaz, Freud gibi ünlü psikanalistlere, Nietzsche gibi filozoflara ilham kaynağı oluşturur. Freud’un “Dostoyevski olmasaydı dünya psikanalizi daha çok beklerdi” sözü, Nietzsche’nin “insan ve üst insan” tanımları ile Dostoyevski’nin “sıradan insan ve sıradışı insan” tanımlarının tıpatıp benzerlik göstermesi bu bağlamda en önemli kanıtlardır. Yazarın bir diğer özelliği ise kahramanlarını yargılamadan, aşağılamadan ya da yüceltmeden, onlar hakkında kesin tespitlerde bulunmadan, oldukları gibi anlatmasıdır. Bu durumun okuyucu üzerinde olumlu etkiler yarattığı kuşkusuzdur zira bir roman karakterinin kötülüğü yazar tarafından tespit edilmiş olduğunda, okuyucu o karakterin eylemlerini kendi eylemleriyle özdeşleştirmekten vazgeçer. Aksi durumda ise karakterin eylemleriyle kendi eylemleri arasında bağlantı kurmaya çalışır. Dostoyevski’nin, okuyucusuna bu özgürlük ortamını yarattığına, dahası “kötü” gözü ile bakılan bir karakterin hiç beklenmedik bir anda gerçekleşen iyiliğine şahit oluruz ki bu durum okuyucunun, iyi ya da kötü olsun romanın her karakterinin eylemleriyle kendi eylemlerini özdeşleştirebilmesine olanak tanır.
“Yalanı doğuran korkudur.”
1839’da babasının işçileri tarafından öldürülmesiyle başlayan sara nöbetleri, Dostoyevski’nin ruhsal durumunu, yaşamını ve çevresine karşı davranışlarını büyük ölçüde etkilemiştir. Huysuz, geçimsiz ve edebi manada tatmin edilemez bir insan portresi çizen yazar, meslektaşlarına yönelttiği ağır ve rencide edici eleştirileri yüzünden döneminin güçlü kalemleri tarafından yalnızlığa mahkum edilmiştir. Kaleme aldığı eserleri ile döneminin diğer yazarlarından daha çok para kazanmasına karşın, içki ve kumar tutkusu yüzünden yaşamının büyük bölümünü borç batağı içerisinde geçirmek zorunda kalmıştır. Atmış yıllık yaşamının son on yıllık bölümünü varlık içerisinde geçirmesini sağlayan kişi ise, onun hayatını belli bir düzene sokmayı başaran son eşi Anna Snitkin dir. Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, 25 Ocak 1881’de geçirdiği bir sara nöbetinin ardından yaşama veda etmiştir.