Edith Piaf çalıyor radyoda. Buzdolabının kapağını sonuna dek açıyorum. Bir kase zeytinle günaydınlaşıyorum. Aklıma çocukluğum düşüyor. Balkona hazırlanmış kocaman bir kahvaltı masası. Yağ ve kekikle harmanlanmış zeytincikler masanın müdavimlerinden. Ekmeğimi bandırıyorum yağın içine. Fazlası parmaklarımın arasından süzülüyor. Sağıma soluma bulaşmasın…
Haşimi
Söndü ışık Yandı göğün gece lambaları Çınlasın kulakları Haşim’in Aşinayız melale Ben ve kalemim… Çıkıp yürüsem ayı resmetmiş denize doğru İçim Orta Çağ’dan kalma karanlıktır desem Bilirim Şehrin ışıkları göğün lambaları ve ayın ışığı Aydınlatamaz yalınayak yalnızlığımı. Taşısalar omuzlarda İndirseler…
Bir buçuk şekerli çaylar
Parke taşlarında başkentin Adım adım senin izlerin Sen yürüdükçe ben sana koşuyorum Herkesin aksi bir istikamette kendine yürüyorsun Özlediğin kendine, yüreğine Gözlerimiz değiyor birbirine O vakit zaman dursun isterken Kırk sekiz saat sayıyorum Masada ellerin ve çay bardakların Bir buçuk…
Hayaller
Soner derin bir iç çekti. Tüm hayatlar onsuz daha güzeldi. Bu mevsimde normalde portakal olmazdı. Anlam veremedi. Uzanıp portakalı tırnaklarıyla soymaya başladı. Biraz beceriksiz olsa gerek, sıçrayan suyu defalarca gözüne kaçırdı, su gözünü yaktı. Yanan gözleri ona kendisinin de anlam…
Kaybolmuş Zincirler
13 yıldır her sabah geçtiğim bu sokağın kendine özgü bir kokusu vardı. İnsanları bizim semtten ayrılmış ve kendilerine yeni bir mahalle kurmuş gibiler idi. Resmiyeti olmayan sokak içinde mahalle… Başka sokaktaki insanların geçmelerine iş saatleri dışında hoş bakılmazdı. Sokağın girişindeki ilk apartmanda…
Ruh’ul Devran
Köşe başlarında kıstırılmış Çaresiz uslu devinimler… Bir vadiye sıkışmış Öylesi giryân Öylesi viran Bir avuç dökmeye özlem Canhıraş çoraklaşmış gözler… Ciğer hâki Nefes şâki Kesmeye kudret S/Ondan gayrı Ne var ki? ‘Üresek ateş, erirken diriliş…’ Ne vardı sanki Karalar bağlamış…