7 yaşındayım. Daha okula başlamamışım. Sokaklarda koşturacağım son yaz. Bundan sonra büyükbabamla yazları dükkana çalışmaya gideceğimden haberim yok. Babannem de bizimle yaşıyor. Ellerinde büyümüşüm onların. Ama babannem hasta. Çok hasta. Duramıyor ayakta, sürekli uzanık kalmak zorunda. Böbreğinde bir şeyler diyorlar, o zamanlar sadece böbrek kelimesini tanıyabiliyorum. Ameliyat olması gerektiğini, ameliyat olmazsa durumunun ağırlaşacağını falan da büyüdükten sonra söylüyorlar.
Ameliyat oluyor babannem. Üzerinden 17 yıl geçiyor, ama ben hala unutmuyorum o sahneleri. Ziyarete gidişimi, hastaneyi. Koğuş gibi hasta odasını, pis yataklarını, yan yatakta ağlayan hasta yakınlarını, hastanenin kendine has o kimyasal kokusunu.. Gözlerini açıp uyanıyor babannem. Gülümsüyor. Narkozun etkisini atamamış hala. O zamanlar bile yaşlı vücudu. “Annesinin gülü” diyor bana. Gülümsüyorum, başımı eğiyorum. Hastane kokusunu ilk o zamanlar çekiyorum içime. Nedense unutmayacağımı biliyorum.
*****
14 yaşındayım. Özel lise sınavına girmişim. Sınav sonucum gelmiş, dereceye girmişim. Babam hasta. Babam hep hasta. Haberi almakla ağlamaya başlaması bir oluyor. Geceyi hastanede geçirmesi de ardından.. İlk defa o gece sigara içiyorum, hastane önünde. Acil servis keşmekeş. İnsanlar ne kadar çok hasta. İnsanlar ne kadar çok üzgün. Doktorlar bana umarsamaz geliyor. Acaba bu kadar çok hastayla iç içeyken, umursamazlıkları oradan mı geliyor? Babam kötü. Nefes alamıyor. Ama doktor 10 dakika sonra zaman buluyor. Huzur bulmak mümkün değil. Asla. Hastanede, ağıt yakanların yanında huzur bulmak mümkün değil.
Hala hatırlıyorum o kokuyu. İnsanlara temiz olduğu inandırılan, ama her daim hastalığı hatırlatacak olan kokuyu. Karşı yataktaki şeker hastası teyzeyi. Sara krizi geçiren abiyi. Gözleriyle, acıma talep etmeyen, aksine yardım edin bana çığlıklarını savuran amcayı. Bu kadar çok acı, bu kadar çok hüzün varken bir insan hastaneyi nasıl sevebilir?
Normalleştirdiğimiz her şey bir kenara, hangi insan her gün bir canlının ellerinde yitip gitmesine alışabilir?
Ama, birileri bunu yapmak zorunda değil mi? Ben yapmazsam bir başkası bu sorumluluğu alıp, belki de ruhunun parça parça yok olmasını göze alıp bu işi yapmak zorunda. Fakat, hiçbir zaman emin olamayacağım olayı ben mi dramatik görüyorum, yoksa bu konuda da normalleşebiliyor muyuz…
*****
Uzun zamandır ailemden başka bir şehirde olmama rağmen, sadece bir kere hastaneye gidiyorum, o da zaruriyetten. Yıllar sonra, içimdeki hastane nefreti korkuya dönmüşken, bir kez daha gitmek zorunda kalıyorum o lanet yere. Şehir dışından geliyor teyzem. Bu sefer de o hasta. Çok fazla hasta. Kanser diyor doktor. Diğer teyzem çöküyor koridora. Dışarı çıkıyorum, sigara yakıyorum. Annem geliyor apar topar. Herkes ağlıyor. Kadınlar ağlıyor. Ben ağlıyorum. Bütün hastane bize bakıyor. Başkaları kendi dertlerini göz ardı edip, bizi teselli etmeye geliyor.
Neden hastanede hiç kimse iyi haber alamıyor? Neden her seferinde dünyadaki tüm hüzünler tek bir bedene yüklenmiş gibi gözyaşları akıyor?
24 yıl sonra bile.
Hiç değişmiyor.
Bilinç altında kalan acılar, kolay kolay atılamıyor maalesef .. İzleri bıçak yarası gibi canını acıtıyor…
Bilinç altındaki dram…