“İdeal olan kralların diliyle halk için yazmaktır.”
Şair, tiyatro kuramcısı, yönetmeni ve yazarı olan Bertolt Brecht, hiç kuşku yok ki 20. yüzyıl dünya edebiyatına damgasını vuran çok yönlü edebi kişiliklerden biridir. Aklı ile yüreği arasındaki alışverişi hiç kesmeyen sanatçı, adil olmayana isyan eden tavrı, kuşkuculuğu ve var olan dünya düzenindeki çarpıklıklara muhalefeti ile ön plana çıkar.
Şiirlerinde ve tiyatro oyunlarında mütemadiyen sorular sorar, sorma amacı ise bellidir; düşündürmek ve sorgulatmak…
““böylesi çok iyi, değiştirmeyelim hiçbir şeyi!”
bunu mu diyelim güle oynaya?
Bardağı görelim de ölmeyi mi seçelim susuzluktan?
Boşunu mu alalım dururken dolu bardak?
Soğukta oturup kalmışlar vardır hani,
hani, bir şey istemeyen kişiler,
onlar gibi mi yapalım,
onlar gibi, ”biz dışarda kalsak?..” mı diyelim
hoş olsun diye şu bayların gönlü,
bize günlük nafakamızı veren hani şu…
Bizce en iyisi, kalkmak, “yeter artık!” demektir,
vazgeçmemek için kırıntısından bile yaşamanın.
Karşı çıkmaktır var gücümüzle acıyı doğuranlara,
yaşanır hale getirmektir dünyayı bütün insanlara.”
Benim nazarımda, Nazım Hikmet ve Pablo Neruda ile birlikte, ‘Marksist Öğreti’yi benimsemiş, dünyanın üç büyük şairinden biridir. Her iki dünya savaşını da görmüş ve yaşamış bir insan olarak (1898-1956), şiirlerinde savaş karşıtlığı vurgusunu ön plana çıkarır. Buna karşın, haksızlıklara karşı sonuna kadar savaşmayı öğütler.
“Haksızlığı haklı çıkarmaz,
onlara karşı savaşanların yenik düşmesi.
Çünkü yenilgimiz bizlerin, alçaklıkla savaşanların,
sayıca azlığımızı kanıtlar yalnızca…
ve sessiz kalanlardan tek beklediğimiz,
utanç duymalarıdır.”
Bertolt Brecht, büyük şairlik becerisinin yanısıra, tiyatral kurguda klasik tiyatro tekniklerini kullanmaktan kaçınmış, ‘Dramatik Tiyatro‘nun vazgeçilmezi olan ve seyirci ile oyuncuyu bütünleştirmeyi esas alan ‘Özdeşleştirme Tekniği’ yerine, seyirci ile sahne arasına mesafe koyan ‘Yabancılaştırma Tekniği’ni benimsemiştir. Bu tavrı ile dramatik tiyatronun bir anlamda antitezini yaratmış, sahnede sergilenenlerin bir oyun olduğunu vurgulamayı amaçlamış, seyircinin; kendisini oyunun akışına kaptırması, karakterlerinden biri ile özdeşleştirmesi, dolayısı ile kendini oyunun bir parçası gibi görmesini ve bunun sonucu olarak akla dayalı eleştirel tutumunu bırakıp duygularının etkisine kapılmasını engelleme amacı gütmüştür. Bu yöntem, tiyatro literatüründe ‘Yabancılaştırma Efekti’ olarak bilinir ve ‘Epik Tiyatro’nun ‘Dramatik Tiyatro’ ile en belirgin yol ayrımlarından birini oluşturur.
Brecht, tiyatronun güçlü bir eğitim kurumu olarak kullanılabileceği ve bu sayede her yaştaki bireyin eğitilebileceği görüşündedir. Cahil toplumların evrilerek, algılama ve sorgulama yeteneği gelişmiş, düşünen, düşündüklerini ifade edebilen bilinçli toplumlar haline dönüştürülebilmesi için tiyatronun aktif olarak kullanılmasının gereğine inanır. Yazdığı tiyatro eserlerinin hemen tümünde buna yönelik tavrını açıkça hissedebilmek mümkündür.
“İstediğince yalın görünsün göze,
kuşkuyla bakın en küçük olaya bile !
Sınayın gerekli olup olmadığını , hele
«alışılagelmiş» türden ise ! açıkça
istiyoruz şunu sizden :
Sakın doğal bulmayın hep alışılageleni !
çünkü artık hiçbir şeye doğal denmemeli ;
şu kanlı kargaşanın , şu düzenli geçinen
düzensizliğin , serserice başına
buyrukluğun ve insanla ilintisini yitirmiş
insanlığın egemen olduğu dönemlerde
kimse demesin : doğaldır bu olup bitenler ;
böyle denmesin ki her şeyin
değişebileceğine inanılsın.”