Recep Bilginer‘in kaleme aldığı eserin farklı bir yorumu, bu sezon Devlet Tiyatro sahnelerinde seyircilere sunulan Sarı Naciye. Rejisi Zafer Kayaokay tarafından gerçekleştirilen 2 perde/110 dakikalık bir oyun.
Oyunda, gelenekçi yaşlılar ile yenilik ve değişim yanlısı gençlerin fikirsel çekişmeleri, yayladan kente göçme/göçmeme ikileminde işlenirken Sarı Naciye; aşkı, hasreti, hayalleri ve gururu ile güçlü bir kadın portresi olarak çıkıyor karşımıza.
30 sanatçının sahne aldığı oyunda Sarı Naciye karakterini, Fosforlu Cevriye adlı müzikaldeki başarılı performansı ile akıllarda yer eden Feray Darıcı canlandırıyor ve bence bu oyundaki performansının oradakinden hiç de aşağı kalır yanı yok. Canlandırdığı karakteri iyi özümsediği, ses – mimik-hareket uyumunu başarıyla gerçekleştirmesinden belli. Bunun doğal sonucu olarak oyun içerisinde rolü gereği yaptığı ani çıkışlar dahi sırıtmıyor.
– Feray Darıcı‘nın oyunculuğu güzel de eserin orijinalinden farklı yorumu ne derece güzel bir de ona bakmak lazım!
Sarı Naciye, gerek devlet tiyatroları, gerekse özel tiyatrolar tarafından değişik yorumlarla ve defalarca sahnelenmiş bir eser. Bazen, esas yazar Recep Bilginer‘in orijinal karakterleri ile kurgulanan yeni karakterleri özdeşleştirmek gerçekten güçleşiyor ve tıpkı bu örnekte olduğu gibi orijinal karakterlerden hayli uzaklaşıldığı gözlemleniyor. Muhtemelen, rejisör Kayaokay’ın öyküyü farklı yorumlama isteği ve inisiyatifi ile birkaçı dışında kahramanların davranışları zihin tırmalayan çelişkiler içeriyor. Aslında bu durum, baş karakter Naciye için dahi geçerli. O denli zor koşullarda ayakta kalmayı ve dik durmayı başarabilen, kişiliğinden ödün vermeyen, gururlu, babası ve erkek kardeşi gibi iki sert karakter arasında zaman zaman da olsa sözünü dinletir olmayı başarabilen güçlü bir kadının, nasıl olup da aşık olduğu erkeğe karşı bu denli saf ve naif yaklaşabildiğine haliyle şaşırıyorsunuz. 30 sanatçının rol aldığı oyun içerisinde bir o kadar karakter var fakat bu kararkterlerin çok büyük bölümü oyun içerisinde öznelleştirilip belirginleştirilememişler. En azından üçte biri için bu yapılabilirdi diye düşünüyorum. Bunun doğal sonucu olarak oyunun sonunda zihninizde yer eden üç-beş karakter bulabiliyorsunuz ki bunlar benim nezdimde, sahnede ön planda tutulan baba Kör Hasan, Osman, Gülsün ve Kadın Irgat Çavuşu’ndan ibaretler. Kalanlar ise sanki figüran kabilinden…
Öykünün ilk bölümünde önemle altı çizilen Osman ile Gülsün arasındaki aşk, ilerleyen bölümlerde oyunun akışına kapılarak yok olup gitmiş. Osman rolündeki Kadri Özcan, Gülsün rolünde Deniz Gökçe Kayhan oldukça başarılı bir performans sergilemişler ve fakat büyük aşklarının mukadderatı hakkında bigi sahibi olamıyoruz.
Tiyatro oyunlarında perde süreleri çok önemlidir. Zira tiyatrolarda kapı kapandıktan sonra çok özel durumlar haricinde seyircilerin salona giriş veya çıkışları mümkün olmaz. Özel tiyatrolarda, özellikle son dönemlerde bu kural hayli gevşetilmiş olsa da kural koyucunun buradaki amacı; seyirciden çok sahnedeki sanatçının oyuna olan konsantrasyonunun düşmesini önlemektir.
Bu oyunun Tekin Akmansoy tarafından sahneye konulan ilk hali üç perdeden oluşuyordu ve doğrusu da bence buydu. Zira, 110 dakikalık bir oyunu iki perdeye indirdiğinizde perde süresi yaklaşık 1 saate uzuyor. Bu halde, bir taraftan oyuna yönelik seyirci motivasyonunda düşme gözlenirken, diğer taraftan özellikle küçük ya da ileri yaştaki izleyicilerde fizyolojik gereksinimler ortaya çıkmaya başlıyor.
Bu durumun bazı istisnaları da yok değil elbet! Birbirini takip eden ve seyircide heyecen yaratan, tarihi gerçeklerle ilintili olayların sergilendiği müzikaller ya da büyük bölümü danslar ve müzikle zenginleştirilmiş, adeta görsel bir şölene dönüştürülmüş kimi oyunlarda bu süreler daha uzun tutulabilirler. 180 dakikalık ve 2 perdelik Kösem Sultan adlı oyun buna güzel bir örnektir. Sonuç olarak, tiyatro oyunu tek perdelik değilse, bir perde için ideal süre 40-45 dakika arasında tutulması gerek ve tüm dünyada perde süreleri yaklaşık bu aralıkta tutulurlar. Uzama ancak tek perdelik oyunlarda 50-60 dakikalık sürelere kadar sarkıtılabilir. Velhasıl, bu oyunun iki perdelik bir oyun haline getirilmesi de doğru bir karar olmamış.
Değinilmesi gereken bir diğer husus, oyunda rol alan sanatçıların kostümleri ki çok abartılmışlar. Oyuncu kostümleri öykünün geçtiği yöre ile dönemi yansıtmaktan oldukça uzak kalmış. Olayın geçtiği yer Toroslar ve Çukurova değil de XVI. Lui dönemi Güney Fransası sanki. Bu bağlamda oyunun dekor ve giysi tasarımlarını yapan Candan Günay‘ın çalışmasını doğru bulmadığımı belirtmek isterim. Bununla birlikte Günay’ın dekor tasarımlarına söylenecek bir sözüm yok.
Müzik tasarımları, ışık ve koreografi başarılı. Bu bağlamda sırasıyla Melikcan Zaman, Mehmet Yaşayan ve Ömür Uyanık‘ı tebrik ederim.
Oyun, Ankara ve İstanbul Devlet Tiyatrolarında dönüşümlü olarak sergilenmeye devam ediyor.