Geçtiğimiz sezon, çeşitli illerdeki Devlet Tiyatroları sahnelerinde dönüşümlü olarak sergilenen bu oyunun Rejisini Ali Hürol üstlenmiş.
Oyun 120 dakika ve 2 perdeden oluşuyor.
Faruk Günuğur‘u Ramiz, Seda Oksal‘ı Jülide karakterleri ile izleme fırsatı bulduğumuz bu oyunda, Şirin Ergüven, Müge Taşpınar, Cihan Korkmaz ve Bade Balkanlı ise yardımcı karakterleri canlandırıyorlar.
Yaşamlarının belki de son çeyreğindeki iki yalnız insanın, bir kadın ile bir erkeğin; istekli görünmelerine karşın, kemikleşmiş alışkanlıkları ve önceliklerinden ödün vermeyen katı tutumları nedeniyle bir türlü kuramadıkları ilişkiyi konu edinen oyunu Refik Erduran kaleme almış.
Aslına bakılırsa, oyunun konusu işlenmeye çok müsait. Ancak yazar, daldan dala atlayarak o denli çok ve farklı noktaya sıçramak istemiş ki, öykünün yapısal bütünlüğü bozulmuş. Üzüldüm gerçekten, zira bu konuyla seyirciyi güldürürken düşündüren güzel bir komedi ortaya çıkarılabilirmiş.
Baş karakterimiz Ramiz, eskilerin ünlü bir futbolcusu, Jülide ise geçmişte seks filmlerinde oynayıp ünlenmiş fakat sonradan unutulmuş bir sinema oyuncusu. Her ikisi de şu sıralar kıt gelirleri ile ucuz pansiyon köşelerinde yaşamlarını sürdürme mücadelesi veriyorlar. Hasbelkader, kendilerine 900’lü hatlarda çalışma teklifi gelince benzer kaderi paylaşan bu iki insanın yolları da kesişiyor. Buraya kadar hemen her şey (bir seks filmi oyuncusunun bakire kalabilmesi dışında) olasılık sınırları dahilinde. Ancak, bu andan sonra ipin ucu hızla kaçmaya başlıyor. Zira, aralarında sağlıklı bir ilişki kurabilmeyi dahi başaramayan bu iki insan, bir banka genel müdürünün yolsuzluklarını ortaya çıkarabilmek için hayret verici bir profesyonellikle güç birliğine gidiyorlar. Ramiz, bir bankada gece bekçisi. Jülide deseniz, gişe memurluğu yapıyor. Yani mesleki anlamda hiçbir deneyimleri olmayan bu iki insan, değme dedektife taş çıkartacak bir analiz yeteneği ve keskin bir önsezi kabiliyeti ile bunu başarıyorlar. Kuşkusuz hiç inandırıcı değil.
Yazar öyle uygun görmüş ve yazmıştır, bunun sorgusu suali olmaz! Bununla birlikte, yazılan her oyunu sahneye koymak gibi bir zorunluluk da yoktur. Oyunu seçen, sahneye koyan ve yöneten kişilerin seçici davranmaları esastır. Özellikle Devlet Tiyatrolarının sezon oyunları belirlenirken bu hususun gözden kaçırılmaması gerekir. Unutulmamalı, tiyatro seyircisi rafinedir. Hafife alınmaktan hiç hoşlanmağı gibi zamanı da çok kıymetlidir.
Bundan önceki kimi eleştirilerimde gündeme getirdiğim, perde sürelerinin uzun tutulma sıkıntısı bu oyun için de geçerli. 120 dakikalık bir oyunu 60 dakikalık iki perdede seyirciye sunmak, hem oyuncuların performanslarını hem de seyircilerin motivasyonunu olumsuz etkiliyor. Bu uzun periyotlarda cep telefonlarından ayrı kalmaya tahammül edemeyen kimi seyirciler, saygısızca telefonlarını açıp ekran ışıklarını çevreye yayıyorlar. Bu, o seyircilerin saygısızlığı deyip kenara çekilmek mümkün elbet. Ancak kolaycılığa kaçmadan bunun nedenlerini irdelemek en doğrusu değil mi? İşte bu noktada rejiye büyük görev ve sorumluluk düşüyor. Zira, o saygısız seyircinin saygısızca eyleminden tüm seyirciler etkileniyorlar ve oyuna olan ilgileri ister istemez dağılıyor. 120 dakikalık bir oyunun hakkı; her biri 40 dakikadan 3 perdedir. Bu kural bozulduğunda, bu tür yakışıksız davranışlar sergileyen seyircilerle her geçen gün daha fazla karşılaşılacağını peşinen kabul etmek gerekir.
Oyunda rol alan sanatçılar üzerlerine düşen görevi yerine getirmişler. Özellikle Faruk Günuğur, Şirin Ergüven ve Müge Taşpınar‘ın oyunculuklarını oldukça başarılı bulduğumu belirtmeliyim.
Seda Oksal’a gelince… Jülide‘yi canlandırmayıp oynadığını çok belli ediyor. Sahnede bir oyun oynandığı kuşkusuz. Bu oyunun oyuncular tarafından oynandığı da… Ancak, bu hissi seyirciye vermemek profesyonelliğin bir gereği. Aksi takdirde seyirci ile karakter arasında duygusal bir yakınlaşma gerçekleşmiyor. Neticede, seyircinin ilkin oyuncuya sonrasında ise oyuna olan ilgisi azalıyor.
Koreografi, ışık, müzik, kostüm ve dekorlarda bir problem görmedim. Sırası ile Elif Tüfekçi, Giray Şeyda, Kemal Gürüç, Gülümser Görgün, Ender Ünver ve Ferruh Tezsüren’ i bu bağlamda tebrik ederim.
Aksayan senaryo idi. “Bu senaryo ile bundan dahi iyi bir iş çıkarılabilir miydi?” derseniz, sanmıyorum.