Ne zamandır bir İran sineması çekiyordu canım. Derin mesajlarla dolu, insana ve insan olabilmeye dair küçük ama anlamı büyük ipuçlarıyla dolu bir film…
Keşke daha önce keşfetseydim dediğim ve birkaç filmini izlediğim bir yönetmen geldi hemen aklıma. Zira ara sıra düşünüyordum da, ayda en az bir kez izlemeliyim diye. Bahsettiğim kişi Abbas Kiyarüstemi… Onca baskı ve kısıtlanmışlık içinde bu kadar doğal, bu kadar içten filmler nasıl çıkarabiliyor çok şaşırıyorum doğrusu ve de emeğini ayakta alkışlıyorum. Ona sadece bir yönetmen demek de çok büyük haksızlık. Çoğu filminin senaryosu kendisine ait. Yönetmen, yapımcı, ressam… Belki de daha pek çok şey…
Paylaşmak istediğim filminin adı bin dokuz yüz doksan yedi yapımı “Kirazın Tadı”. İçinde değil bir kiraz ağacı görüntüsü, film boyunca birkaç kuru ağaçtan ve sarı toprak yoldan başka bir yer görülmüyor. Başkahraman Bedii, ertesi gün intihar etmeyi düşünen ve o gün arabasıyla dönüp dolaşıp ona yirmi kürek toprak atacak birini arayan bir insan. Arabasına aldığı kişilerle geçen diyaloglar, kurak yolda yaptığı döngü, aldığı en son kişinin başından geçen bir olayı Bedii’ye anlatması, Bedii’nin tamamen teslim olamadığı, emin olamadığı yalnızlığı…
Beni en çok etkileyen de tam olarak bu aslında. Bir karar veriyor ve verdiği bu karardan emin olmak istiyor. Birine güvenmek istiyor. Ona yapacağı iyilik için yüklü bir miktar da para ödeyeceğini söylüyor. Her anı planlamış. Ama hâlâ tam olarak emin değil, cevap arıyormuş gibi. Kararlı da duruyor. Tıpkı hayatımız gibi. Tıpkı bizim zaman zaman büründüğümüz ruh hâlimiz gibi…
Gelelim üçüncü yolcunun anlattığı o anıya. Orta yaşlı bu kişi gençliğinde hayatına son vermeye karar veriyor ve bunun için bir ağaca çıkıyor. Birden yüksek dallardaki dutları fark edip yemeye başlıyor. Bir süre sonra onu görüp dalları sallamasını isteyen bir grup çocuğun o tarifsiz şenliğine tanık oluyor. Bu lezzetten mahrum etmek istemediği eşine de bu dutlardan götürmek için toplamaya başlıyor. Sonra kendisini evinde buluyor. Anı bu kadar… Gerçekten o duyguyla kaplandı içim, sarıp sarmalandı. Ne güzel bir istek: yaşamak…
Bambaşka coğrafyalarda, belki de hiç ayak basmayacağımız topraklarda kim bilir şu anda neler yaşanıyor ya da neler yaşandı ve etkileri sürüyor bu gökyüzü altında? “Ne hayatlar, ne hikâyeler var” dediğimiz bu kargaşada…
Abbas Kiyarüstemi, bizi bir şiirin içinde dizeler arası yolculuğa çıkarıyor sanki. O anı yaşatıyor, iliklerimize kadar hissettiriyor. Öyle ki ruhum hâlâ izlediğim o karelerin etkisinden çıkabilmiş değil. Çıkacağa da benzemiyor.
İyi ki var; ruhumuzu titreten, kalbimizi alevlendiren, buhu etkili bu filmler. Kiraz tadı bırakarak içimizde sahnelenmeye devam ediyorlar…