Herkes kendi acısından bir söz bıraktı dalgalara,
Kayalarda yankılandı sesler:
– Bir harf ne zaman değerlidir?
– Sahiplenince.
– Toprak gibi ezilmemek lazımdı, ezilirken izlendik bir gece.
– …
– ?
Kendi acımdan dinlediğim bu kulaktan dolma cümleleri,
Görkemli gürültülerin altında sindirmeye çalıştım bir süre.
Şimdiye kadar hiçbir dilde söylenmemiş sözlerdi duymak istediklerim, ekoseli sözler,
Çayımdan bir yudum aldım,
Ve “bunları geçin!” diyemedim.
“Senin yok mu söyleyeceğin abi” dedim.
Yok mu dört duvarı delen nemli hecelerin?
Kıramadı beni ve belki de kuramadı son cümlesini,
Kızardı hicabından,
“Yürüyemediğimiz yollarda koşmaya kalkıştık, hepsi bu kadar.” dedi.
Acıyı paylaşmış olmanın taşkın sevincini yudumlamaya devam etti.
Eskimiş korkularımız içimizin en ücra köşelerine sızmaya başladı,
Yine, yeniden yaralandı dilimiz, dizimiz kadar.
Hepsi bu kadar değildi anladık,
Biraz kan ve bir parça yürek kokusu da vardı ürkütmek istemedi.
İçinden, dedi
İçinden halledecekti.
Aga be! yak yak!