TÜRK EDEBİYATININ ÖN SÖZÜ : HALİDE EDİP ADIVAR
“Biz zavallı insanlar, kalplerimizin elinde birer oyuncaktan başka bir şey değiliz.”
Bırakın kadın bir yazar olmayı, kadın olmanın bile zor olduğu dönem, tüm cesareti, yeteneği ve bitmek bilmez çalışkanlığıyla, iyi ki Türk Edebiyatı’nın satırlarından geçmiş dedirten kadın. Halide Edip Adıvar, yıllar sonra bile, günümüz yazarlarının gururla, özlemle, hayranlıkla hatırladığı en iyi kadın yazarlardan. Türk Edebiyatı’nın incisi, ilk göz ağrısı.
Doğum yılıyla ilgili net bir kaynak olmasa da, kaynakların çoğuna göre, onu İngiliz terbiyesiyle yetiştirmek isteyen bir ailede 1884’te İstanbul’da dünyaya gözlerini açtı. Babası, II. Abdülhamit dönemi başyazmanıydı. Çok küçük yaşta annesini kaybeden Halide, babasının ardı ardına evlilikleri sebebiyle, daha çok anneannesi ve dedesiyle büyüdü. Ancak biraz büyüdüğünde, babası onun İngiliz tarzı eğitim almasını istiyordu, bu nedenle önce Hristiyanların çocuklarına ait bir yuvaya gönderildi. Buradaki tek Türk çocuk Halide idi. Daha sonra Amerikan Kolejine devam etti. Ancak bu okula yaşının tutması nedeniyle, babası yaşına büyüterek kaydettirmişti. O dönem Türk çocuklarının yabancılara ait okullarda okutulmaması yönündeki zihniyet nedeniyle, yaşı sebep gösterilerek, bir öğrencinin ihbarı üzerine okulu bırakmak zorunda kaldı. Daha sonra eğitimine Arapça, Farsça ve Musiki özel dersler alarak evinde devam etti. 2 sene sonra tekrar okula dönen Halide, İngilizceyi çok iyi öğrenmiş olarak, kitap çevirileriyle Edebiyat dünyasına adım attı.
Okulun son senesinde matematik öğretmeni Salih Zeki Bey ile evlendi ve bu nedenle yaptığı ilk çevirilerde ve yazılarda Halide Salih ismini kullandı. Kocasının teşvikiyle İngiliz matematikçilerinin yaşam öykülerini Türkçeleştirdi ve Emila Zola’nın yapıtlarına bu dönemde büyük ilgi duymaya başladı.
1903 yılında ilk oğlunu, ondan 16 ay sonra ise ikinci oğlunu kucağına aldı. Edebiyata ilgisinin yanı sıra Balkan Savaşı sırasında hastanelerde çalışan Halide, siyasi kimliğini bu dönemde oluşturmaya başladı ve çeşitli kesimlerden insanlarla tanışma fırsatı buldu.
31 Mart olayları sırasında yazıları sebebiyle bir kesimin dikkatini çekti ve gericilerin tepkisinden çekinerek 2 oğluyla birlikte Mısır’a kaçtı. Oradan Londra’ya geçti ve 1909 yılında tekrar ülkeye dönerek kız öğretmen okulunda pedagoji öğretmenliği yapmaya başladı. 1910 yılında eşinin ikinci bir kadınla evlenmek istediğini söylemesi üzerine ondan boşandı ve artık yazılarında Halide Edip ismini kullanmaya başladı.
Aynı yıl bir kadının kocasını terk ederek sevdiği erkekle yaşayışını anlatan Seviyye Talip adlı romanını yayınladı ve bu roman bazı çevrelerce feminist bir roman olarak kabul edildi. Kadınların toplumsal yerinin dahi henüz konuşulmadığı bu dönemlerde, elbette böyle bir yapıt, üstelik bir kadın tarafından cesurca kaleme alınan bir yapıt, dikkatleri üzerine çekecekti. Ancak Halide Edip’in kadınlar için mücadelesi Edebiyat ile sınırlı kalmayacaktı. Kadınların toplumsal yaşama katılması, eğitilmesi için çalışan Teali-i Nisvan Cemiyeti’ni kurdu ve yine bu dönemde Türk Ocağı’na katıldı.
“Tanrım! Sen, nefes almamızı bile bize kendi lütufları diye gösteren zalimlerden bizi bir an için kurtar.”
1. Dünya savaşı başladığında, Kız mektepleri umumi müfettişliği yapıyordu ve 1916 yılında Cemal Paşa’nın daveti üzerine Beyrut ve Şam’a giderek burada Türk kız mektepleri müfettişliği yapmaya devam etti. Burada kendisine Adıvar soyadını veren kocası Adnan Adıvar ile tanıştı ve 1917 yılında evlendi. Halide Edip kocasıyla tekrar yurda dönmek zorunda kalacaktı çünkü Türk orduları Lübnan ve Suriye’ye girerek buraları boşaltmıştı. Edebi kimliği kadar siyasi kimliğinin de ağırlığını üzerinde taşıyan Adıvar, yurda döndüğünde milli mücadeleye katıldı ve çeşitli mitinglerde konuşmacı oldu. Özellikle Yunan ordusunun İzmir’i işgali sebebiyle Sultanahmet’te yaptığı konuşma büyük bir yankı uyandırdı, hatta bu konuşma, hakkında soruşturma bile açtıracaktı.
Kurtuluş Savaşı sırasında eşiyle Anadolu’yu gezerek, orduya verdiği destek ve mücadele sebebiyle, savaş sırasında ordu emrinde çalışarak onbaşı, çavuş ve başçavuş rütbelerini omzunda taşıdı.
Bir yandan orduya destek vererek milli mücadelede etkin bir rol oynayan Halide Edip, Türk Edebiyatı’na damga vuran en iyi romanlarını da bu dönemde yazdı. Kuşkusuz, dönemin ruhu, savaş ve mücadele, savaşın tam kalbinde geçirdiği bu yorucu yıllar, romanlarına büyük ilham kaynağı oldu. Siyasi kimliği ve edebi kimliği ayrılmaz iki parçaydı sanki, ve ikisini birbirinden bağımsız düşünülmesi imkansızdı elbet. Siyasete olan ilgisi, ve bu süreçte verdiği mücadele olmasaydı, edebiyata böyle eserler bırakır mıydı bilinmez ancak iki kimliğinin de birbirini beslediği ve bize unutulmaz eserler bıraktırdığı aşikar.
Yeni Turan, Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye işte bu en ateşli siyasi döneminin ulusçu, milli duyguları öne çıkaran unutulmaz romanlarıdır.
Bu milli mücadele dönemi yıllarında belki de onun için bir dönüm noktası olan, Atatürk ile siyasi görüş ayrılığı süreci yaşadı. Bu onun ikinci kocası Adnan Adıvar ile birlikte ülkesini terk ederek yaklaşık 20 yıl boyunca başka ülkelerde yaşamasına sebep oldu. Ülkesinden, halktan, mücadele ruhundan uzak kalmaya başladığı bu dönemde ülkesi için çalışmaktan geri kalmadı ve Amerika’da, Hindistan’da konferanslar verdi. Üstelik Hindistan’a Gandhi’nin daveti üzerine gitmişti. Yolpalas Cinayeti, Sinekli Bakkal, Kalp Ağrısı gibi romanları da işte bu süre zarfının ürünleridir.
1939’da ülkesine dönen Halide Edip, İstanbul Üniversite’sinde İngiliz Filoloji Kürsüsü başkanı oldu ve aynı zamanda 1950 yılında Demokrat Parti listesinden bağımsız milletvekili seçildi.
Halide Edip’in edebiyat hayatını üçe ayırabiliriz. Yola ilk çıktığında, kadınlar, sevgi, aşk gibi konularda kişilerin iç dünyasına yöneldi ve onu bireysel bir çizgide gördük. Romanlarında anlattığı kadın kahramanlar, onun o dönemki kadın karakterini adeta resmetmiş halidir. Bu romanlarının başrolündeki Seviye Talip, Handan, Kamuran gibi kadınlar güçlü, tutkulu, Batı terbiyesi almış, haklarını savunan, sanatçı, çekici, savaşçı kadınlardır. Kadınların edebiyattaki gücünü, yazdığı ilk eserlerde bile öyle bir oluşturmuştur ki, mücadele döneminde yazdığı siyasi romanlar ve çalışmalar, kadın kimliğinin üzerini örtmemiştir.
Adıvar’ın edebiyat kimliği 1910’lu yıllarda Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu gibi isimlerle Türk Ocağı’nda çalışmaya başladıktan sonra ikinci dönemine başladı. Bu dönemde yazdığı Yeni Turan, Ateşten Gömlek, Vurun Kahpe’ye gibi Edebiyat’ın en önemli yapıtaşı olan romanlarını, Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da tanık olduğu olayları, kahramanlıkları, direnişi realizmi de arkasına alarak bize miras bıraktı. Ancak bu romanlarında da kadın kahramanları bırakmadı ve bu kadın kahramanlar bu kez Anadolu’da düşmana karşı direniş gösteren güçlü kadınlar olarak karşımıza çıktı.
Üçüncü ve son döneminde artık savaş ve mücadele sonrası toplumsal sorunları, aileyi, mahalleleri, ülkeyi konu alan romanlarla karşımıza çıktı. En ünlü romanı Sinekli Bakkal, işte bu dinginlik döneminin eseridir. Artık o hengameden çıkılmış ve romanlarını siyasal, düşsel ve toplumsal sorunlarla örmüş, ülkenin adeta bir panoramik tablosunu bize sunmuştur. Fakir kenar mahalleler, zengin konaklar, saray çevresi ve kadınlar. Felsefeden dahi izler taşıyan bu ustalık eseri, Halide Edip Adıvar’ın giriş-gelişme- sonuç üçlemesinden oluşan hayatının adeta üçüncü evresidir ve 1934’te CHP Ödülü alarak Türkiye’de en çok baskı yapan romanı olmuştur.
Dolu dolu bir hayat, kaçışlar, savaşlar, mücadele, aşk, siyaset ve edebiyat. Halide Edip Adıvar tek başına Türk Edebiyatı’nın adeta bir özetidir. Kadınların toplumsal yerinin henüz sorgulanmaya bile başlanmadığı bir dönemde büyük bir cesaret örneği göstererek kendini her alanda kanıtlamış, kendisinden sonra gelen tüm edebiyatseverlere ilham olmuştur. Türk siyasetindeki yerini, duruşunu ve fikirlerini tartışmak biz edebiyatseverlerin alanı değil, ancak onun edebiyatını besleyen tüm hataları ve en iyi yanlarıyla kabullenmek bizim için büyük bir kazanç. Siyasetteki yeri tartışılsa dahi, edebiyattaki yeri tartışılamaz. Türk Edebiyatı’nın bu uzun ve zor yolculuğunda adını her zaman ilkler ve en iyiler listesinde göreceğiz ve kadınlar olarak da emekleyen kadınlara yürümeyi öğrettiği için ona hep minnettar kalacağız.
İyi ki bir Halide Edip Adıvar gelmiş, yazmış ve hiç gitmemiş…
“O günlerde İstanbullular Halide Edip’i, altı minareden kopan tekbir sesleri ortasında, bir ızdırap timsali gibi siyahlar giyinmiş gördüler. O meydanda o topluluk, o siyah bayraklar, o siyah giyinmiş ızdırap timsali ve onun canlı sesi İstanbulluların kalbinde son hatıra gibi hakkedilmiş duruyordu.”
–Yahya Kemal Beyatlı, Eğil Dağlar