“İnsanı sessiz kalmaya zorlayan acı,
onu bağırmaya zorlayan acısından çok daha ağırdır.
Kendi varlığımın sesi olayım dedim, yazık ki kadındım.
Bedava bağışladığım gönül hariç,
Ona verdiğim her şeyi helal ettim.”
Her şiiri, şiirlerinin her bir satırı derin bir hüzün, derin bir acı barındırır ve biz, biraz ruhumuzdan kalmışsa bir parça, hissederiz iliklerimizde, Füruğ Ferruhzad’ın şiirlerine akıttığı o güzelim acılı ruhunu.
İranlı kadın şair Füruğ Ferruhzad, 1935’te kadın olmanın çok zor olduğu dönemlerde dünyaya geldi. Yazılı olmayan kurallarla çevrili yaşamak bir kadın için çok kolaymış gibi, üstüne bir de hayatını kafeste yaşıyormuş hissi veren kanunları bile vardı doğduğu ülkenin. Adaleti, mahkemesi, kanunları, kuralları aleyhineydi sanki kadınların. İşte böyle bir ülkede şiir mücadelesi verdi Füruğ.
Babası Albay Muhammed Ferruhzad, askeriyedeki otoritesini ve acımasızlığını evde de konuşturuyordu. Tıpkı bir askeri düzen hakimdi tüm eve. Çocuklarını hayatın zalimliğine, acımasızlığına alıştırmak istiyordu, bunun için zalimlik göstererek zalimlikten korumayı hedefliyordu neticede. Annesi sıradan bir kadındı, İran kurallarını, kanunlarına, geleneklerine bağlı saf bir kadın. Altı kardeşin içinde en hassas en içine kapanık olanıydı Füruğ. Sanki hayata, insanlara, ve bunca kötülüğün varlığında nasıl yaşadıklarına hayret ettiği tüm canlılara kırgın gelmişti dünyaya. Bu melankolik yönü, şiirlerini besleyen en mühim şeydi şüphesiz. Hep çok duyarlı, hep derin bir çocuk olmuştu. Sığlığın mutluluğuna asla erişemedi, bu ona doğumunda verilmiş bir ceza mıydı bir şans mı, bilinmez.
“Sen laleleri toplardın,
ve örterdin saçlarımı
saçlarım kendi çıplaklığında titrediğinde
sen laleleri toplardın
Sen yanaklarını yaslardın
memelerimin acısına
ve ben
söylemeye başka bir şey bulamadığımda
sen yanaklarını yaslardın
memelerimin acısına
ve dinlerdin
ağlayarak akan kanımı
ve ağlayarak ölen aşkımı
Sen dinlerdin
görmezdin beni ancak”
Henüz 16 yaşındayken aşık olmuştur Füruğ. Kendisinden on beş yaş büyük olan, aynı zamanda akrabaları olan Şapur ile evlenmek ister ancak babası dışında ailesinden kimse bu evliliğe henüz sıcak bakmaz. Ancak Füruğ’un, Şapur ile evlenebilmek için açlık grevi yaptığı söylenir. Resim ve edebiyatla uğraşan, İran’ın tanınan siması Şapur, etkilemiştir Füruğ’u. Onun bu kararlılığı sonucunda, ailesi ikna olmuş, 1951 yılında Şapur’la dünya evine girmişlerdir. Bu evlilikten Kamyar adında bir de oğlu olmuştur Füruğ’un.
Ancak hayatını tamaman değiştiren “günah” şiiri yayımlanır Roşenfekr dergisinde. Bu şiir, onun, derginin baş editörü Nasir Hodayar ile ilişkisi olduğunun kanıtı olarak iddia edilir. Üstüne üstlük bu şiirin ardından, Nasir Hodayar yaşadıkları şeyleri pornografik bir dille dergide yazı dizisi olarak yayımlayınca, Füruğ için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Sinir krizleri ve intihar girişimi ciddi bir psikolojik bunalıma sürükler onu.
“Günah
Günah işledim lezzet dolu bir günah
Titreyen esrik bir tenin yanında
Tanrım ne bileyim ne yaptım ben
O karanlık susku dolu zulada
…
Yanında darmadağın oturdum
Dudaklarıma heves döktü dudakları
Deli kalbimin üzüncünden kurtuldum
Aşkın öyküsünü okudum kulaklarına
Seni istiyorum ey benim cananem”
Bu durum evliliğinden uzaklaştıran ilk olay olur Füruğ’u. Ne kendisini ne de kalbini bir daha toparlayabilmiştir. Yaşadıkları anlaşmazlık sonucunda, henüz üç yılı doldurmuş evliliklerini 1954’te sonlandırdılar. Ancak İran kanunları erkeklerden yanaydı, ve kanunlara göre, çocuğun velayeti babada kalırdı. Henüz çok küçükken oğlunu elinden aldı kanunlar ve Füruğ bir daha oğlunu göremedi. Bu özlem ve acı onu şiire daha çok bağladı. Yalnızca yazdı, artık yalnızca şiirler kalmıştı ona. Oğluna olan özlemini satırlara döktü. Şiirler ne kadar merhem olabilirdi hasret acısına. Olmadı. Bazen günlerce evine kapandığı, sinir krizleri geçirdiği söylenir.
“Küçük oğlum benim ninni
kapa gözünü gece olmuştur
uyu bu kara dev, gözünde kan
dudağında gülüşle gelmiştir
Seni istiyorum ve biliyorum
asla koynuma alamayacağım
sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün
ben bu kafeste bir tutsağım”
Şiirleri yayımlanmaya devam ettikçe acımasız eleştirilere maruz kalır ve yalnızlaştırılır Füruğ. Toplumdan iyice dışlanmıştır artık. Çünkü şiirleri, bir kadının iç dünyasını ve duygularını yansıtmasının yanı sıra, fazlaca müstehcen ve ‘ahlaksızca’ bulunur İran’da. Bir kadın olmak bu yerde suçken, kadınlığını haykırmanın ne kadar ahlak dışı” ve aforoz sebebi olduğunu tahmin edebiliyor musunuz?
“kaçıyorum bu insanlardan
görünüşte benimle olan
fakat içlerinde hakaretten
eteğime bin bir yama yamayan”
1958’de üçüncü şiir kitabı ‘İsyan’ı yayımladı. Bu şiirlerinde daha çok ölüm, Allah ve şeytan temalarını işledi. Artık ölüm düşüncesi, ölümün varlığı iyice ele geçirmişti ruhunu ve ruhunu akıttığı şiirlerini.
“Düşünüyorum ama biliyorum ki hiç,
Gücüm yok bu kafesten kurtulmaya
Gardiyan razı olsa bile
Takatim yok kanatlanıp uçmaya.
Ve o denli ölüyüm ki ben
Ölümden başka hiçbir şey artık
Beni kanıtlayamaz.”
İkinci kez aşık olmuştur Füruğ. Evli ve çocukları olan film yapımcısı, modern iran öykücülüğünün en iyi isimlerinden İbrahim Golestan’a olan aşkı, şiirlerine cesaret katmıştır. Pornografik ifadeler kullandığı şiirlerinin bedelini ahlaksız bir kadın olarak etiketlenerek öder. Golestan sayesinde sinemaya da adım atar Füruğ. “Su ve Sıcaklık”, Bir Gazetenin Hazırlanışı” ve “Ev Karadır” filmlerini çeker. Ev Karadır filminin oyuncuları cüzzamlılardır ve bu film en iyi belgesel ödülü de getirir Füruğ’a. Bu çekimler sırasında anne babası cüzzamlı olan küçük Hüseyin ile tanışır ve ailesinin rızası ile onu evlat edinmek ister. Hüseyin çok etkilemiştir Füruğ’u,ve oğlu Kamyar’a olan benzerliğini dile getirmekten çekinmemiştir.
“Kamyar’ın düşünce ve tasası rahat bırakmıyordu, beni öldürüyordu. Hüseyin geldiğinden beri daha huzurluyum. Aslında bazen onun yüzünde Kamyar’ı görüyorum. Ellerini tutup saçlarını okşarken Hüseyin mi Kamyar mı diye hiç düşünmüyorum. Farkı yok. Hissediyorum ki o oğlumdur.”
1967 yılının Şubat ayında bir sabah, stüdyoya gitmek üzere yol üstü uğradığı annesinin evinden çıkar. Aracıyla giderken, karşısına çıkan çocuk servisine çarpmamak için direksiyonu kıran Füruğ, şiddetle duvara çarpıp, araçtan dışarı fırlar. Başını kaldırıma çarpar ve henüz 32 yaşında, kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirir. ‘Ahlaksız bir kadın’ olduğu için, din adamları cenaze namazını kılmak istemez ve cenazesi iki gün hastanede bekler. Kimsenin kabullenmediği cenazesini, bir yazar kıldırır.
“Benim arzum, İranlı kadınların özgürlüğü ve onların erkeklerle eşit haklara sahip olmalarıdır. Ben bu ülkede bacılarımın uğradıkları haksızlıkları ve adaletsizlikleri, çektikleri sıkıntıları tamamıyla biliyorum. Bu yüzden eserlerimin yarısını onların sıkıntılarını dile getirmeye, problemlerini tasvir ederek gözler önüne sermeye ayırıyorum”
“Keşke bir güvercin olsaydım, bu dünya sevmek için çok küçük.” demiştin. Bize, kadınlara, yazmaya çalışan, toplumda var olmak için didinen, evlerine kapanmayan kadınlara cesaret ve özgürlüğün ne kadar zor, ama bedel ödemeye değecek bir hazine olduğunu kendi hayatını adayarak gösterdin. Kısacık ömrüne, ne acılar, ne savaşlar sığdırdın. Özgürlüğün her şeydi, bize de gösterdin.
Ancak senin de dediğin gibi, “Kuş ölür, sen uçuşu hatırla.” Gökyüzü güzeldir eminim, selamlar olsun, kuşlar arkadaş olsun yolunda.
“Pişman değilim
Düşünürken yenilgiyi, o acı yenilgiyi
Çünkü ölüm tepesinin doruğunda
Öptüm yazgımın çarmıhını
Gecenin soğuk caddelerinde
Hep tedirgin ayrılıyor çiftler birbirlerinden
Bir tek fısıltı duyuluyor: Hoşça kal. Hoşça kal.
Gecenin soğuk caddelerinde.
Pişman değilim
Zamanın ötesinde akıp gidiyor benim yüreğim
Yaşam yeniden doğuracak onu
Yeniden yaşatacak beni rüzgarların
Göllerinde yüzen haberci gülü
Bak, görüyor musun
Nasıl çatlıyor beynim
Süt nasıl oluşuyor mavi damarlarında soğuk memelerimin
Nasıl filizlenmeye başlıyor kan
O çok sabırlı çizgisinde belimin.
Ben senim. Seven. Ve kendi içinde olan kimse o
Belli belirsiz bir bağlantı buluyor birden
Binlerce garip ve belirsiz şeyle
Koyu isteğiyim ben toprağın
Yeşersin diye uçsuz bozkırlar
Kendine çeken bütün suları
Uzaklardan gelen sesimi dinle benim
Gör beni koyu sisinde sabah dualarının
Ve aynaların dinginliğinde
Bak gene de nasıl dokunabiliyorum
Kalıntısıyla ellerimin karanlık düşlerin dibine.
Nasıl bir dövme yapabiliyorum yüreğime kan lekesi gibi
Suçsuz mutluluklarından yaşamın
Pişman değilim.
Benden konuş ey sevgilim bir başka benle.
Gecenin soğuk caddelerinde
Gene aşk dolu gözlerini gördüğün benden!
Ve hatırla beni. Kederle öperken o
Gözlerinin altındaki çizgileri..”