Sevgili Müjgân,
Senden sonra birçok kez, birçok kişiye yazma girişiminde bulundum lakin hiçbir kelimeyi hiçbir kelimenin yanına sığdıramıyorum. Hani, ya kâğıtlar küçük geliyor ya kelimeler çok uzun; harfler hep taşıyor kâğıtların dışına.
Aslına bakarsan yalan söylüyorum ve üşeniyorum. Şu sıralar yaşamaya bile üşeniyorum, takatim yok. İnan takatim olsa bavula yükler tüm nefeslerimi, bir solukta sana gelirim. İnanır mısın hâlâ kim olduğumu bile bilmiyorum. Nerede olduğumu, seni neden bulduğumu, hiçbir şeyi ve hiçbir şeyin anlamını bilmiyorum. Zaten bildiklerimi de unuttum. Böyle yaşamak epey bir zormuş. Sen gittikten sonra, yani ben seni öldürdükten sonra, milyon kere daha büyüdü yerküre. İnsanlar daha kalabalık, yaralar daha sarılmaz oldu. Bazen canım yandı Müjgân, dişlerimi öyle sıktım ki sahte gülmeleri öğrendim. Yani yalan söylemeyi öğrendim. Demin de dedim ya: yalan söylüyorum! İnsan yalan söylemeye alıştı mı, herkesin derdini kendisininkinden büyük görmeye başlıyor. Zannediyor ki katlanabilir, elinde derler. Ama katlanamıyorum Müjgân.
Bazen düşünüyorum da belki ben yanlış yerdeyimdir, yanlış tepeden izliyorumdur hayatı. Belki omurgasız olan benimdir. Olduğu yeri cehennem belleyen, herkesten kötü olan, kelimeler arasına sıkışıp kendine sahte bir dünyada yalan yere sözüm ona huzursuzluk yaratan benimdir. Aylak, bir o kadar huzursuz ve çoğu yerde can sıkıcı kelimeler sarf etmekten çekinmeyecek kadar çekilmez biriyim. Ne dersin Müjgân, abarttığımı düşünüyor musun sen de? Eminim onlar öyle düşünüyor. Sırf bu yüzden bile korkutuyorlar beni. Kim mi onlar Müjgân? Geçen gün bir yazıya denk geldim şöyle bir şeyden bahsediyordu; konuşacak birini bulamayan insanlarla doludur kütüphaneler. Belki ben de bir şeyler yazmalıyım, ne dersin? Orada kim olduklarına da değinirim ya da kim olmadıklarına…
Seni özlüyorum Müjgân, çünkü kimseye anlatamıyorum. Neyi anlatsam yarım kalıyorum, ne zaman konuşmaya başlasam, beynimin içinde sesler duyuyorum.
Anlatamıyorum!
Olup biteni, başıma gelenleri, sokak tavanlarında karşılaştığım inanılmaz manzaraları, yediğim dayakları, öldüğüm sevdaları, aç kaldığım geceleri anlatamıyorum. Birçok kelimem var iyiye dair, kötüye dair, hiçliğe dair, lakin söyleyebildiğim en nadide kelime “sıkıldım”. Neyden? En çok kendimden, sonra sensizlikten…
Seni özlüyorum Müjgân, çünkü sende; ben çaresizliği, ben bilmişliği, ben sessizliği, ben yalnızlığı, ben sevgisizliği, ben somurtkanlığı var. Şimdi yarım kalmış matematiksel bir problem gibi çözülmeyi bekliyorum. Sayısız x’ler y’ler içinde, bilinmezliklerimle dolaşıyorum, çatısı açık sokakları, duvarları yıkılmış meydanları. Bu zamanlarda hiçbir yer hiçbir yere varmıyor. Kaldırımlar ve vapurlarda geçiriyorum zamanlarımın tümünü.
Gülesim var Müjgân, tam zamanlamasını ayarlayamadığım, elimden kayan bir şeyler var. Anlatacaklarım bitmedi Müjgân lakin susmak gerek, ağlayabilirim yoksa. Hem, hep böyle olurum ben bilirsin gülesim varken, ağlar, yani ağlayamaz da çok içer, kusarım. Şimdi yalan dünyama dönme zamanı, herkesin selamı var sana. Kim mi onlar? Savaş meydanındaki erlerimiz Müjgâncığım. Hepsi birer savaşçı. Beni boş ver, geleceğim, sana geleceğim ben… Uygun bir intihar metodu bulup yanına yerleşeceğim ama önce sana anlatmam gerekenler var. Sana, koca gözlü yaramaz kızdan bahsetmem gerekiyor ve birkaç hiç okunmamış şiirlerimden yollayacağım sana.
Şimdilik hoşça kal, hiçliğim.
Yazan: Cenk Şentürk