Türkçe’de, beş duyu organından herhangi biri ile algılayamadığımız; ancak var olduklarını akıl, inanç ve sezgilerimizle kabul ettiğimiz kavramları karşılayan sözcükleri soyut anlamlı olarak ifade etmekteyiz. Bunların en başında ise sevgi yer almaktadır. İnsanoğlu Adem’den beri sevgiyi somut hale getirebilme adına can havli bir çaba sarf etmektedir. Ve günümüzde bunu yapmanın tek yolu bir insanı severek onunla sevgili olmakmış gibi davranma gafleti içerisindedir. Sevgi bir şeye değer verecek kadar sağduyulu olmaktır ve kesinlikle kan bağı gerekmez. Evet birisini sevmek muazzam bir duygu olsa gerek fakat sevmeye devam etmek için onun sevgisine ihtiyaç duyan insanlar için ne söylenebilir? Sevgiden karşılık bekleyerek gerçek anlamını yitirdikleri ve başka bir ‘nesne’ye evrilttikleri için üzgün olmak yeterli olur mu? Sevgiyi bir kişiye indirgemek ve karşılık alamadığında ondan alabildiğince nefret etmek tam manasıyla neo-kapitalist düşüncenin bir tezahürü değil mi? Sevgi, duygu ve düşüncenin tam anlamıyla ötekileştirildiği bir çağda yaşıyoruz. Bilgi ve sanat alanında üretmiyoruz artık. Terörü gündelik hayatımızın her noktasında içselleştirip hapsetmekten başka çabamız yok. Günümüz düşün dünyasının en çarpıcı isimlerinden birisi olan Jean Baudrillard bu durumu şöyle izah ediyor: “Çağımızda herhangi bir mesajın iletkenlik kazanması, içerdiği terör enerjisiyle doğru orantılıdır.” Bir mesaj kaygısı ile hareket eden insanların bu mesajları yaymak için ilk olarak silaha sarılması, bu durumu gayet açıkça ortaya koymaktadır. Günümüzde bireysel silahlanma tarihsel süreç içerisinde hiç olmadığı boyutlara ulaşmıştır.
Bizim gibi düşünmeyen, hayata bizim baktığımız pencereden bakmayan insanlarla bir arada yaşayamıyoruz artık. Eğer bizim gibi yaşamıyor, bizden farklı olmaya çabalıyor ise önce ifşa ediyoruz, ardından toplumsal linç girişimlerine kalkışıyoruz. Köyünden zorla göç ettirilmiş Kürt halkı için söylenen ‘Bu Kürtler geldi her şey bozuldu’ cümlesi bugün artık kendi ülkesindeki iç savaştan kurtulmak ve insan olmanın en başat arzusu olan hayatını idame ettirebilmek için evini, sokağını, hayallerini kısacası her şeyini bırakıp hiç bilmediği topraklara göç etme zorunda kalmış insanlara söylenegelmeye başlandı. -Bu Suriyeliler geldi her şey bozuldu.- Bir yerde ölüm varsa, hiçbir şey yapılamıyorsa, en azından susulur; hele hele ölen daha 15’inde bir çocuk ise… Ama Yepisyeni Türkiye’de ölen çocuğun annesi miting meydanlarında yuhalatılır ve galeyana gelmiş güruh alkışlarla eşlik eder, ardından sözüm ona sanatçı çıkıp bu durumun gayet insani olduğunu izaha kalkışır. Sırf yan baktı diye birisini öldürebilecek hale getirildiysek, şayet insanlığımızı bu denli kaybettiysek, topyekûn kendimizi sorguya çekmeliyiz. Günümüzün muktedirlerine seslenmek gerek, çaldığınız paralar faiziyle sizlerin oldu zaten beyler, oldu da; ülkenin çaldığınız ruhunu, hislerini iade etseniz. Fransa’daki Charlie Hebdo katliamı bize birlikte yaşamanın zaruretini bir kez daha gösterdi. Gerçek İslam sorunsalı üzerinde durmak değil amacım. Ayrıca şu an Fransız vatandaşları gerçek İslam’ın ne olduğu ile ne ölçüde ilgilenmektedir? Kapitalizmin muğlaklaştırdığı bir dünya döngüsü içine çekilip burada boğulmaya ve yok olmaya başlıyoruz. Artık en önemli kaygılarımız akıllı telefonumuzun piyasanın en iyisi olması, banka hesabımızdaki sıfırların fazlalığı… Daha fazla üretmek adına iğrenç, kokuşmuş bir sistemin çarklarının dişlileri arasında kaybolmaya yüz tutuyoruz. Belki de ihtiyacımız olan şey, bir saniyelik deli cesareti ve masaldaki kral çıplak diye bağıran o küçük çocuk. Yitirdiğimiz değerleri kazanmak adına uğraş vermeli, her türlü görüşe saygı göstererek, bir arada yaşamayı zor da olsa başarmalıyız. Sevgiyi bireyselleştirmekten kurtarmak, sevgiyi görmek ve yaşamak istiyorsak bunun sadece tek bir yolu olduğu cühelalığına kapılmamalı, sokakta kimsesi olmayan çocuğun başını okşadığında ya da bir kediye bir kap yemek verdiğinde gözlerine bakmak, ihtiyacımız olanı görmek için yeterli olacaktır.
Cennete gideceğine inanan insanların cehenneme çevirdiği dünya üzerinde yaşamaya çalışıyoruz oysa Anadolu coğrafyasının yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden biri olan 19. Yüzyıl halk ozanlarından Derviş Ali bir deyişini şu iki dizeyle sonlandırmaktadır:
‘Cehennem dediğin yerde dal odun yoktur
Herkes ateşini buradan götürür’
Hani yaratandan ötürü yaratılanı seviyorduk, hayatını idame ettirdiği ormanı katledildiği için aç kalıp şehre inmek zorunda kalan bir domuz yavrusunu öldürmeye çalışmak insanlığın nasıl bir dışavurumudur; attığınız her taş, vurduğunuz her bir tekme günahlarınızdan arınmanızı sağlamayacaktır. Sırf dini inancı o hayvanı haram kıldı diye canice öldürmeye çalışmak hatta zafer kazanmış bir komutan edasıyla başında fotoğraf çektirenleri izlemek, ne hale geldiğimizi gözler önüne seriyor; bu yapılanı yargılayacak yasalarımızın olmamasına mı üzülmeli yoksa içlerinden herhangi birisinin çıkıp “beyler ne yapıyoruz” diye sormaması mı? Yanıtı ben bulamadım.1984 romanı ve bu romanda yarattığı Big Brother kavramı ile tanınan İngiliz düşünce adamı George Orwell’ın da belirttiği gibi ‘Önemli olan yaşamak değildir, önemli olan insan kalmayı bilmektir.’
Sevgi kuramının kurucusu psikanalist Erich Fromm, sevgiyi, insanlığın sorunlarına bir yanıt olarak, kişideki aktif ve söz konusu yaratıcılıkla sevmeyi de bir sanat olarak tanımlar. Bundan dolayı bir sanat olması bakımından da uygulamada olgunluk gerektirir. Bu olgunluğa erişmek için çok üstün mahiyetlere sahip olmak gerekmiyor; sadece suratımızdan gülücük eksik olmaz ve bizden olmayana da hoşgörülü yaklaşabilirsek birçok şeyi aşmayı başaracağız. Şu an Araf’tayız, cennet olursa hep birlikte yaşayacağız; cehennem olursa da hep birlikte yanacağız.
Çok güzel ozetlemissiniz
unutulması zor olacak olan kara günleri
Çok teşekkür ederim.Elimizden geldiği kadarıyla söylemeye çalışacağız o kara günleri.