Dionysos (şarap tanrısı) ve satirler (keçi bacaklı insanlar) halk meydanlarına inerek şarkılar söyler ve dansları ile neşe saçarlardı. Bir gün bu dans esnasında satirlerden biri ayağını iki taşın arasına sıkıştırdı. Öyle ters bir hareketle bacağını çekti ki, dizinin altından bacağını kırmış oldu.
“Bu bir çeşit tahribattır. Sadece yıkım olacak diye bir şey yok. Tahribat ile tadilatın birlikteliğidir. Tadilat olmasaydı kim diyebilirdi ‘tahrip oldum’…” diye düşündü acılarını hafifletmiş ve bacağını kırmış olan satir. Herkes dansına devam ediyordu ve bacağı kırık olan satir halka ve diğer satirlere seslenmeye çalışıyordu;
“Bengi döngülerine sığınmış ve gülümseyen, dans eden insanları selamlıyorum. ‘Tahribat-ı Tadilat’ felsefesini benimsemiş nicelerine kucak açıyorum. Sonra eylemlerini dinliyorum, üzgünlük ve mutluluk durumları hakkında tartışacak birkaç konu çıkıyor meydana… Felsefelerimizi de mutlu olmak yolunda adanmışken, ‘Ben neden dans ediyordum ki o kadının karşısında?’ diye soruyorum sizlere!”
“Dionysos ne cevap vermiş olabilir ki bu soruya?” diye düşündü bacağı kırık satir. Etrafında Dionysos’u göremiyordu bile… Çok beklemeden ve sesini yükselterek devam etti konuşmasına;
“Kur yapma sürecindeki bakışlarımın ciddiyeti, bir cinayet öncesi katilin bakışlarından farksızmış. Farksız olması gerekmez mi zaten? İkisinde de bir dans söz konusu. Bir kadının bedeniyle görselleştirdiği o dans ile bir cinayet benzerlik gösteriyor. Aynı şekilde kendinden geçmişlik veriyor insana. ‘Kendimden geçtim sana. Sendeyim!'”
Satir, toynaklarını işaret ederek konuşmuştu bu sefer: “Değecek mi dansın ödülüne şu kaybettiklerim? Gerçekten de canım yanıyor ve dansımın karşılığını alsaydım, görür müydüm bu kusurları?”. Etrafında diğer dans eden satirlere baktığında, dans edenlerin hepsinin bir amacı olduğunu fark etti. Fakat işin kötü tarafı, bırakın onların amaçlarını tahmin etmeyi, kendi amacı hakkında bile yorum yapamıyordu. Hafiften bir tepenin doruğuna kadar sendeleyerek gitti. Oradan dans eden tüm satirleri görebiliyordu. Üstelik biraz ötelerinde ödül olarak hazırlanan şeyleri de görebiliyordu: şarap ve kadın. “Ödülleriniz dünün aynısı!” diye bağırdı arkadaşlarına. Aralarından dansını durdurarak ona cevap veren olmadı. “Ödül diye bekledikleriniz diyorum! Dün aldıklarınızla aynı! Hatta hayatınız boyunca aldıklarınız ile aynı!”
Sendeleyerek dans meydanına geri döndü ve aralarından bir tanesinin omzunu dürterek “Neden dans ediyoruz?” diye sordu. “Bilmem, herhalde dans etmemiz gerektiği içindir…” cevabını aldı. Ya arkadaşı ödülleri gerçekten hiç düşünmüyordu ya da o da ne yaptığını gerçekten bilmiyordu. “Yani, bizlere tatlı bir gece sunacakları için değil bu dans…” dedi bizimki. “Ne çok konuştun be adam! Bacağın iyileşmedi mi hâlâ? Sen dans edemiyorsun diye bizi engellemeye ne hakkın var?” diye azarını işittikten sonra dans meydanından uzaklaştı topallayarak. “Belki de dans edemediğim için sorgulamaya başlamışımdır… Hayatım bana yeterliydi, şimdi neden bir eleştirmen oldum ki!” diyerek uzaklaştı yavaşça…
Artemis (avcılık ve ay tanrıçası), geyiği ile birlikte ormanda dolaşırken bu topallayan satiri fark etti ve üzgün olan satirin saçlarını okşayarak ona destek oldu. “Artemis! Tanrıçam, ben neden dans ediyorum? Neden dans etmeliyim?” diye bütün sorularını tanrıçaya yöneltti. Artemis o sırada satirin bacağını iyileştirmişti bile “Dans ediyorsun, çünkü etmelisin… Hem bak, artık bacakların sapasağlam… Haydi koş bakalım arkadaşlarının yanına!” dedi gülümseyerek ve başka bir şey söylemeden ormanın derinliklerine geri döndü.
Şimdi ise “Tahribat-ı Tadilat” anlamsızlaşmıştı. İçinde volkanlar gibi patlayan, Zeus gibi gürleyen bu sorular varken, nasıl doğal dansını gerçekleştirecekti bilmiyordu. Sonra ise fark etti onlara sunulan ödüllerin değerini. Şarap ve kadın, içinde büyüyen ve bir anda patlayan soruları susturuyordu. Düşünmemek için dans ediyordu ve ödülünü de almış oluyordu. Hemen sığındı bu bengi döngüsüne ve en leziz danslarını sergilemeye başladı. Satir dansı artık anlamsız değildi…