Hayat küçük bir çocuk gibidir. Çünkü acımasız bir mizah anlayışına ve sürekli oyun oynama isteğine sahiptir. Bizler ise bu küçük çocuğun oyuncaklarıyız. Zaten bu denli bilge bir çocuğu ancak bizim gibi yaratıklar tatmin edebilirdi. Hayat ne zaman bir oyun oynasa, seçtiği oyuncaklarına gerçeğe dair bilgiler sunar.
Emperyalizm’in doğurduğu en güzel yaratıklardan biri olan Ece, kumral, yeşil gözlü, masum yüzlü ve çok zarif biriydi. Yirmili yaşlarının ortasında olmasına rağmen bayağı saf ve dünyadan bihaberdi. Ailesi Ece’nin elini soğuk sudan sıcak suya değdirmediğinden olsa gerek, hiçbir işe tam olarak vakıf değildi.
Hava kasvet ve gizem doluydu; sanki bir sırrın ayyuka çıkacağının farkındaydı ve seçilmiş oyuncaklara büyülü bir ortam sağlıyordu. Rüzgar da havaya eşlik eder şekilde en korkunç çığlıklarından bir müzikal sergiliyordu. Ece bir arkadaşının evinde masal kahramanları temalı bir partideydi. Evin hali çok ironikti. Bremen mızıkacıları karşılıklı cigara tüttürüyor, kırmızı başlıklı kız ile kurt kafayı bulup cinsel münasebeti ilerletiyor fakat Ece kendini bu ortama çok yabancı hissediyordu. Sanki bunca zamandır bu insanlar Ece’nin arkadaşı değillermiş gibi geldi birden Ece’ye. Hemen evden kaçtı. Başka bir arkadaşının arabasıyla geldiğinden onu beklemek zorundaydı. Ama Ece daha fazla orada bekleyebilecek gücü bulamadı kendinde; çünkü her geçen dakika ruhuna işkence oluyor ve midesi daha fazla bulanıyordu.
Ece’nin kafası bulanık olduğu için düşünmeden eve gitmek üzere yola koyulup yürümeye başladı. Ece pembe mini eteği, beyaz bluzu ve başında tavşan kulaklarıyla sokaklarda dolaşıyordu. Bir geçitten geçerken sırtını duvara ve kıçını yere dayamış pespaye görünümlü yaşlı adamı gördü. Adama yardım edip etmemek arasında tereddütte kaldı bir süre. Bu sırada adam da Ece’yi farketti ve “Kayboldunuz sanırım.” dedi, kendisinden beklenmeyecek türden bir beyefendilik sergileyerek. Ece adamın konuşma üslubundan ve kafası uçmuş olduğundan hissettiği yakınlıkla adamın yanına oturup “Sanırım, peki neden kayboluruz?” diye karşı bir soru sordu. Adamın yüzünde bir tebessüm oluştu ve “Kaybolmak bir süreçtir. İnsan ya halihazırda kayıptır ya da kaybolmaya doğru yol alır. Kaybolabilmek yoktur ama ne kadar zeki isen o kadar meyillisindir.” dedi, konusunda uzman biri gibi. Ece garip bir huzur buldu ve “Kaybolmak tam olarak nedir?” diye sordu garip bir huşuyla. Adamın bunun üzerine çok düşündüğü her halinden belliydi ve soruya “Herkesle aynı derde sahip ama çaresiz; ve herkese bir nefes uzakta ama soluksuz olmaktır” diye cevap verdi. Cümleleri hazmetmek için verdikleri kısa süreli sessizliği Ece’nin doğrulmak için verdiği mücadele bozdu. Ece ayaktaydı sonunda. Adama son bir kez bakıp “Kaybolduğunu anladığın an kurtulmaya başladığın andır. Fakat sen kayıp olma halini seviyorsun. Bu yüzden kurtuluşunun ölüm olduğunun farkındasın. Kim bilir ne zamandır ölümü bekliyorsun. Merak etme buradayım” dedi ve serice yerden aldığı cam parçasıyla adamın boğazına çok becerikli bir çizik attı.