Savaşları konu olarak seçebildiğimiz şu dünyada, Delphi’deki tapınağın üzerinde yazıyor “Kendini Bil” diye… Socrates bu söz üzerine oldukça yoğunlaşmıştır. Bir kez de biz deneyelim anlatmayı, bir seyir defteri ile bu karmaşayı…
Öncelikle bireyin, karşısındaki kişiyi kendisi gibi gördüğünü kabul edelim. Bu birey kendini ne kadar keşfetmiş ise karşısındaki kişiyi de o kadar keşfetmiş olur. Bu durumu dile getiren de ukala sayılır –ki zaten varsayımlar üzerine konuşabilmek için bu sıfata alışkın olmak gerekir.- “Kendini bil!” yolculuğuna çıkan bir kişinin seyahatnamesi aşağıdaki gibi olabilir;
1.Gün: Uzay boşluğunda gördüm kendimi. Bildiğiniz o dünya, ben idim. Bir yıldız bulmuş kendine ve etrafında dönüp duruyordum. Bulutlarımla saklamaya çalışıyordum kendimi -diğer gezegenlerden saklanıyordum.- Biraz sır dolu birisiyim sanırım. Hiç tanımadığım insanlardan neyi saklıyorum bilmiyorum. Kendimi biraz daha yakından incelemeliyim.
2.Gün: Şu bulutların arasından geçerken ne zorluklar çektim! O şimşekler gıdıkladı beni ancak yere ulaştığımda yediğim o yıldırım da neydi? Niye bu kadar kırıcı davrandım kendime bilmiyorum ama mutluyum! Çünkü şu leziz meyvelerimden faydalanabileceğim artık. Ne kadar da eli açık birisiymişim böyle. Her yer nimet dolu ve bedava! Suyuna doyum olmaz, lezzetten başın döner… O kadar tatlı birisiyim ki! Şu ısırgan otu da dilime değmeseydi, muhteşem bir gün olacaktı.
3.Gün: Bugün gördüklerim de nelerdi öyle? Tanrılar, yarı tanrılar, canavarlar, yaratıklar! Hepsi de bana zarar veriyor. Üzerimde beslediğim onca insanı (düşünceyi) paramparça ediyorlar. Ozanlar yetişmiş bu bölgelerde ve diğerlerini uyarıyorlar dikkatli olmaları için. Sordum aralarından bir tanesine, tufandan bahsetti bana… Üzerimde ne kadar düşünce varsa helak olmuş ama şimdiki halimle daha güzelmişim. Olgunlaşmışım. Bu övgüler kendime olan merakımı arttırdı ve “öz olan ben nerede?” diye sordum insanlara (düşüncelere). “Merkezde! Yerin dibinde!
4.Gün: Fark ettim ki sürekli bir şeyler gizliyormuşum. Uzay boşluğundan kendime baktığımda bulutlarımla sakladığım şeyler insanlarımdı (düşüncelerimdi). Şimdi şu toprak denen şeyi kazdıkça daha da fazlasını sakladığımı fark ettim. Düşüncelerim için oldukça önemli olan altın, petrol ve benzeri çeşitli madenler saklıyorum -bunlara siz bilgi, öz güven ve çeşitli duygular da diyebilirsiniz.- Toprakla gizlemiş olduğum bu değerli şeyler pek de derinde değiller. Fakat çok fazla da değerliler! Kendime yaklaştıkça ısındığımı hissediyorum. Etrafında dönüp durduğum (ibadet ettiğim) yıldız gibi sıcağım -ama yine de O’ndan soğuk olduğumu düşünebilirim.-
5.Gün: Bana biraz zaman verin. Şu korkumu üzerimden atayım…
6.Gün: Hareketsiz hareket ettireni gördüm! O benim özüm! Onun için aşk ya da tanrı demenize gerek yok. Kendinizden ayrı tutmayın sakın! Bir bütünün bir parçası… Zaten özümüz aynı!
Bu kadar derinliğe ulaşmış kişi, büyük bir emek sarf ederek elde ettiği bu farkındalığı kiminle paylaşabilirim ki diye dertlenir. Çünkü paylaşmak istediği farkındalık, aynı çabayı sarf etmemiş olan kişiye tatlı gelmez. Aksine, oldukça acıdır!
Bu yüzden dili acı olan insanlar sevilmez.
Sevilenlerin dilleri tatlıdır.
Tatlı olan bazen farkındalıktır, her zaman değil.
Çoğu zaman acıdır farkındalık, tatlandırmasını öğretmeli…
Öğretemez bir kimse diğerine hiçbir şeyi, başlar farkındalığın paylaşılmazlığı…
Paylaşmak isteyenin dili acı olacaktır.
Bu yüzden dili acı olan insanlar sevilmez.
Sevilenlerin dilleri tatlıdır.
Yüreğinize sağlık, yeter ki yazın, yazmaya devam edin…
İlginiz için teşekkür ederim. Elimiz ve gönlümüz müsaade ettiğince yazmaya devam 🙂