Bir garip işkence gibi acılar, tortu olmuş,
Düğümleniyordu boğazımda.
Bir garip tutsaklık,
Bir garibin tutsaklığı.
Etraftakiler bakıp üzülürken halime;
Hatta son hâliyle acıyla yoğurulurken vuslat;
Yoğrulan her acı o an,
Beyinde biriken bir kalp atışı,
Kendini kaybetmiş bir adamın bulma telaşı.
Yan masada mırıldananları hatırlıyorum.
Herkesin bir derdi var malum.
Herkesin derdini taşıyorum.
Diyorsun!
Ne malum!
Ağlamaklıyım…
İntihara cesareti olmayan, bir saz sesiyle hem de.
Tınısındaki keskinlikle keserken bağlarını,
Kestiği bağlara yakıyorum tüm ağıtları,
Dizelerimi tutuşturup yakıyorum,
Kendi hâline yanan çaresiz topraklara.
Elimde bir yığın moloz,
El arabasının virajını alamamış gibi,
Yalpalaya yalpalaya deviriyorum hepsini.
Umarsız bir eksiklikle yaralarımı açıyorum.
Yükselen duvara tırmanmışım, göz ucuyla;
Etrafa yok bir bakış atıyorum.
Ağlayan geceleri rehinlerine dağıtıyor,
Bir sus payı veriyorum;
Öldürdüğüm canları kanına.
Töre cinayetine kurban gitmiş,
Bir Meliha’yım o akşam.
Biten sigarasını içeceğiyle denk getiren bir Salih.
Konuşulanları kale almayan bir Sinan.
Sigara dumanına maruz kalan bir Müzeyyen.
Ama her şeye rağmen çocukluğunun özlemini çeken,
Bir umudum.
Küllüğünü temizleyen bir Doğanay,
Onun garipliğine üzülen bir Kubilay’ım.
Gidiciyim o akşam.
Bir toplu haykırış var uzakta,
Tüm sözleri örtbas eden,
Onu duymaya meyilliyim.
Meyillerine özgürlük katan bir serbestlikle,
Bir insanoğluyum.
Duyduklarımı yaşıyorum o akşam.
İnsan duydukça yaşar diyenleri duyuyor,
Duydukça yaşıyorum.
Yazan: Kubilay Örgün