Her üçüncü dünya ülkesinde olduğu gibi, Türk Sineması da, kendi tarih döngüsü içinde bir dönem İtalyanların Mussolini dönemi sinemasına istinaden Beyaz Telefon Filmleri denilen ana-akım sinemasına meyillenmiş, bir dönem de özgünleştiği düşüncesiyle sanayi sinemasının zıt kutbu bir biçime ermiştir. Ancak çıktığı ilk dönemlerden beri, birinci dünya sinemasındaki tüm teknik gelişmeleri oldukça yakından takip etmiş ve her gelişmenin kısa süre sonrasında bunu kendine yansıtmayı başarabilmiştir. Kanımca halen, o yenilikçi ve özgünlüğe erişebilmiş değildir. Bunu aslında hiçbir ülke sinemasında görememekteyiz. Daha çok, kendini ticari kaygılardan arındırmış dünya genelinde bir avuç yönetmenin sinema biçimlerinde buna denk gelmekteyiz. Onlardan da kimileri, bu biçimi zamanla bozmakla, gelişimi, geriye kalan birkaç kişinin inisiyatifine terk etmişlerdir. Pek tabii neticede sinema da pek çok görsel dışa vurum gibi insan deneyimlerinin bir suretidir…
Türk Sineması, ilk gösterimin sarayda, bir taklitçi ve hokkabaz olan Fransız Bertrand tarafından yapılmasıyla başlamıştır diyebiliriz bir bakıma. II. Abdülhamit’in kızı, Ayşe Osmanoğlu’nun iddiasına göre, Bertrand her sene padişahın izniyle saraya yeniliklerle gelmekteydi. Gazeteci Rakım Çalapala‘ya göre ise, sinemayı önce Didon sakallı Fransız bir ressam memlekete sokmuştu. Başka bir kaynak da Lumière Kardeşler‘in temsilcilerinin Türkiye’de film gösterimleri yaptıklarından söz etmektedir. Lakin çok iyi bilindiği üzere ilk halka açık gösterim, Sigmund Weinberg tarafından 1896‘da, Galatasaray’daki Sponeck Birahanesi‘nde yapılmıştır. Mekan şimdilerde Hard Rock Cafe olarak faaliyet göstermektir. Trenin İstasyona Girişi filmiyle evvelki sayıda da değindiğim üzere, kaba bir dedikoduya göre, ahali kaçacak delik aramıştır…
İlk gösterimleri düzenleyen 1868 Romanya doğumlu, Polonya Yahudi’si, Sigmund Weinberg‘in işi fotoğraf malzemeleri satmaktı. Sonradan film üreten Fransız Pathé Kardeşler şirketinin temsilcisi oldu… Hokkabaz Bertrand sinemayı saraya tanıtmışsa, Weinberg ise halka açık gösterimleri düzenlemekle ülkeye tanıtmış oldu. Onu Matalon isimli başka bir Yahudi izlemiş ve Beyoğlu’ndaki, Saray Sineması olarak bilinen Lüksemburg Apartmanları‘nda kiraladığı bir odada film göstermeye başlamıştı. Weinberg‘i rakiplerinden ayıran niteliği, onlardan daha atak oluşu ve yeniliklere açık bulunuşuydu. Kendisini tüccar değil de bir sinemacı olarak tanıtmıştı. Türkiye’de ve İstanbul’daki ilk sinema salonu, Weinberg‘in 1908‘de işletmeye başladığı, artık günümüzde var olmayan Tepebaşı’ndaki Pathé Sineması‘dır. Esasen, Palas ve Majik Türkiye’deki ilk sinema salonlarıydı…
İlk dönemler yalnızca İstanbul, İzmir ve Selanik’te gösterimler yapılmıştı. İstanbul’da sinema, 1914‘e dek Beyoğlu’nda (Pera) yoğunlaşmıştı. Dağıtım, gösterim yabancıların tekelindeydi. O dönemler Weinberg, ülkedeki tek sinemacıydı. Lumière‘lerin adamı Promio, Fransız elçiliğine rüşvet yedirerek aygıtını el altından Türkiye’ye sokmuştu. Promio, İstanbul ve İzmir’de filmler çekti. Boğaziçi ve Haliç‘i görüntüledi. Merkez Ordu Sinema Dairesi‘nin ilk yöneticisi olan Weinberg ülkede film piyasasında egemenlik kuran Pathé şövalyesiydi. Kadınlı erkekli gösterimler düzenleyen rakibi Asaduryan‘a karşı konaklarda, Galatasaray Lisesi‘nde, İstanbul Erkek Lisesi‘nde gösterimler düzenlemiştir. Weinberg, bu okul gösterimlerinde genç bir sinema heveslisi Fuat Uzkınay ile tanışır. 1 sene sonra Türk-Rumen Savaşı sebebiyle vazifesinden uzaklaştırılır…
Fuat Uzkınay, 1888‘de İstanbul’da doğmuş, ilk ve orta öğreniminin ardından İstanbul Darülfünun Fizik ve Kimya bölümüne devam ederken dahiliye memuru olarak çalıştığı İstanbul Erkek Lisesi‘nde Sigmund Weinberg ile tanışmıştır. Okulda film gösterimleri esnasında yanına gelip film gösterimi inceliklerini ve makineyi incelerdi. Film aygıtını kullanmayı kısa sürede öğrenmiş, Weinberg bunu kimseye göstermeyişi ve öğretmeyişine rağmen Uzkınay okuldaki durumundan yararlanır ve Weinberg‘e bir miktar ödeme yapar. Uzkınay işi kusursuz öğrenince maaşından birikimiyle bir gösterim makinesi satın alır. Tedarik ettiği filmleri İstanbul Sultanisi Öğrencilerine gösterir. 1876-77 savaşı sonunda Ruslar tarafından inşa edilen Yeşiköy (Ayastefanos) zafer abidesinin yıkılması kararlaştırıldığında olayın filme çekilmesi görevi Avusturya-Macaristan şirketi Sacha Master Film Gessellschaft‘a verilir. Son anda filmin bir Türk tarafından çekilmesi istenilince tek uzman Uzkınay değer görülür. Sacha‘nın operatörleri, film çekmenin göstermeye benzemediği görüşüyle buna karşı çıkarlar. Uzkınay deneme çekimleri yapıp gösterince ikna olurlar. 14 Kasım 1914‘te, Türk Sinema Tarihi‘nin ilk filmi, Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı çekilir. Bu belge filmin görüntüleri kayıptır…
1915‘te kurulan MOSD (Merkez Ordu Sinema Dairesi)’de Weinberg ile karşılaşan Uzkınay, dairede onun başkan yardımcılığını yapar. Konulu film çekimlerine katılır. Balkan Harbi nedeniyle, oyuncularının askere alınmalarından ötürü yarım kalan filmi, 1916 yapımı Leblebici Horhor Ağa ve Weinberg‘in başlayıp iki sene sonra Uzkınay‘ın tamamladığı Himmet Ağa’nın İzdivacı‘nı çeker. Türk Sineması‘nın ilk kurmaca filmi, Sedat Simavi‘nin çektiği, 1917 yapımı Pençe‘dir… 1916‘da, Osmanlı’nın Romanya’ya savaş açmasıyla Rumen uyruklu Weinberg, MOSD‘deki görevinden uzaklaştırılır. Yerine Uzkınay tayin edilir. Uzkınay, görüntü yönetmeni ve belgesel film yönetmeni olarak sessiz dönemin faal sinemacısı haline gelir. 1924‘te, Ordu Film Çekme Merkezinin film laboratuvarı grup amiri olur. 1922′de çekimlerine başladığı İzmir Zaferi-İstiklal isimli uzun belgeselini tamamlar. 1953‘e dek Ordu Foto-Film Merkezinde aralıksız çalışır ve 1956‘da hayata veda eder.
Gelecek sayıda, Muhsin Ertuğrul ve Türk Sineması dönemlerini ele alacağım…