Herkes birilerini alıp, çekti bir ıssıza; ben hala yollarını gözlüyorum. Ebeninkini görmek ile görememek arasında ince bir çizgideyim ama iki seçeneğin de sonu hayırlı değil gibi. Dünyanın en yalnız insanları ebelermiş, şimdi şimdi anlıyorum. Sen, onun bunun çocuklarının mutluluğunu düşün, sırf oyunu bozmak istemediğinden yum gözlerini. Onlar ıssızlarda doktorculuk oynasınlar. Oyun içinde oyun; ne zeka varmış ulan piç kurularında. Ben de isterim o bal dudaklardan, neyse Mahsunlaşmanın anlamı yok; bir de o güzelliği yapmayacağım size it oğlu itler. Bir de ebelere küfür etmeyin lan artık sevin onları; onların suçu değil bu, bu sizin suçunuz. Ne sandınız? Bu benim suçum deyip Candan’a mı bağlayacaktım?
Aslında şimdi güvenliğe “abi, bizim çocuklar bodrum kata inen merdivende yiyişiyor” diye ispiyonlardım ama sonra sitede adım çıkar, çocukluğumun şu güzel yıllarını dışlanmış biri olarak geçirmek zorunda kalırım. Hem Mina da soğur benden o zaman. Neyse gerek yok bir anlık hırsla hareket etmeye. Ben hala yerimde sayıyorum. Aslında çoğunun yerini biliyorum fakat kim, kiminle, nerede gibi soruların cevabını bulamadığımdan da korkuyorum. Ya şerefsizin biri tutup benimkini götürdüyse. Ulan küçücük veletsin en fazla iki gün el ele dolaşacaksın zaten ne gereği var kızın ilk öpücüğünü çalmaya. Evlenmeyi düşünüyorum oğlum ben, ciddiyim harbiden bak! Kafaya koydum oğlum eğer biriyle basarsam, bu kar kışta tokatlarım. Bu soğukta fena acır. Hadi çık artık yerinden, bak bizimkiler yemeğe bekliyor sonra azarı ben işitiyorum.
Bekledim, çok bekledim o kadar çok bekledim ki sakallarım çıktı. O akşamüstü onu bir türlü gelmeyişinin sebebi Mina’yı Azrail’in ıssıza götürmüş olmasındandı. Ölüm haberini o akşamüstü almıştık.
Şu an hastanede en yakın arkadaşımın cansız bedeninin üstündeyim. Neden mi? Çünkü Mina’nın bodrum katın girişindeki cesedinin yerini gösteren piç kurusu zamanla benim en yakın arkadaşım olmuştu; ve bu puşt yaklaşık yarım saat önce beni arayıp önemli bir şey anlatacağını söylemişti. Ben de en yakın arkadaşımın yardımına tabii ki hemen koşmuştum. Odasına girdiğimde gözünde yaş damlaları birikmişti. Sonunda ağzındaki baklayı çıkarmıştı; meğerse Mina kaza sonucu değil yıllardır arkadaşım dediğim bu yavşağı reddettiğinden dolayı güzelim canından olmuştu. Nasıl oldu da bunca yıl saklayabildi? Nasıl oldu da ben bu kadar acı çekerken gözüme bakıp teselli edebildi?
Aklımda binlerce soru vardı fakat hapsi sadece teferruattı. Ama ilahi adalet işte bu salak öleceğini düşündüğünden dolayı bana bunları anlatmıştı; fakat elimde tedavisinin sonuçları vardı ve gayet olumluydu sonuçları. Bir ya da bilemedin iki ay sonra taburcu olacaktı. Kimsesi olmadığından doktor bu müjdeyi benim vermemi istemişti ki ben de hayatım boyunca ilk kez olmam gerektiği yerde olmam gerektiği zamanda olabilmiştim.
Puştun evladı durmadan üzgün olduğunu söylüyordu bense kendimi çok zor tutuyordum. Kendimi kontrol etmeyi başarıp gayet sakin bir şekilde susturdum şerefsizi. Tedavi sonuçlarını açıkladım yavaş yavaş. Gözünde tekrar yaşama umudu belirdiğinde işte dedim kendime “oğlum işte beklediğin an geldi”. Odanın kapısını kilitledim ve üstüne atladım. Kollarını bükmüş olduğum bacaklarıma sıkıştırıp kafasının altındaki yastıkla boğdum.
Mina yaşasaydı beni sever miydi? En yakın arkadaşım bir katil olsa da aslında beni sevmiyor muydu? Ben doğru olanı mı yaptım? cevap yüksek olasılıkla hayır. Peki, önemsiyor muyum? Kesinlikle hayır. Ben sadece çocukluğumdan beri alamadığım nefesi almak istedim ve bunun yolu da en yakın arkadaşımın nefesini kesmekten geçiyormuş. Kader kısmet bağzı şeyler…