Korku, tedirginlik, kaygı, karamsarlık ve benzeri duygular sarılmaktan bıkmıyorlar bizlere. Tüm bunlara tek başına kafa tutmak ise bir hayli yorucu… Sonuç olarak kişi yalnız olduğu kanaatine varıyor ve yardım bekliyor. Birileri ya da bir şeyler bu bireye yardım etmeli. Sığınılacak birisi veya bir şey olmalı bu hayatta…
İnsanlar genelde dört temel başlıkta arıyorlar bu yalnızlıktan kurtulmak için gerekli olan kişiyi/şeyi. Bunlardan ilki gözlerin algıladığı güzelliktir. İnsanlığın bir bölümü görsel estetikten etkileniyor. Görsellik diğer etkenlerin her zaman bir adım önünde olduğu için, sevdiceğine övgülerini sürekli görsel güzelliği üzerinden yapıyor.
İkinci olarak kulakların algıladığı güzellik geliyor. Sevilen kişinin/şeyin ne söylediği pek önemli olmaksızın, çıkardığı seslerin tınısına esir oluyor seven kişi. Bir de ritmini bulduysa bu güzel ses, ne güzel danslara vesile oluyor.
Üçüncü ise beyin ile doğrulanan, kişinin deneyimlerine bağlı olan, mantıksal güzellik oluyor. Yani, sevilen kişi/şey ile seven kişinin düşünce tarzı aynı doğrultuda ilerliyor. Bir elmanın iki yarısı olmak da buna örnek olarak verilebilir (Düşünsenize Adem ile Havva mantık aşkı ile bağlı ve o elmayı birlikte yemeye karar veriyorlar. Bir elmanın iki yarısını paylaşıyorlar).
Sonuncusu ise diğerlerinden biraz daha farklı… Buna ruhsal güzellik denilebilir ancak tam olarak açıklanamaz. Şöyle ki, seven kişi sevdiği kişiyi/şeyi henüz ne görmüştür ne duymuştur ne de mantık olarak aynı yönde olduklarına kanaat getirmiştir. Oralarda bir yerlerde yukarıda saymış olduğum korku, kaygı vb. duygularından bir anda sıyrıldığını fark etmiştir, hepsi bu. Birisinin ruhu dolaşır da onu mutlu ediyordur belki… Zaten bu tip arayışlarda, o güzel ruhun kaynağını bulduğunuzda her şey anlamsızlaşıyor. Fizik kuralları çiğneniyor, tüm yargılar sıfırlanıyor ve farkındalık tınısı süzülüyor…
İnsan bu arayışlarından bir tanesini bulunca “Tamamdır, eşimi buldum ve sevgili seçimimi yaptım” diyemiyor. Yukarıda sayılanlar sadece arayış türleri. Bunların sürekliliği ise “alışmak” eylemi ile imkansız hale geliyor. Bu yüzden de, eş seçimi tam anlamıyla bitirilmemiş oluyor. İnsan bu ilişkiye bir de güven damgası vurmak istiyor…
Güven denen illeti hiç kimse açıklayamasa da herkes peşinden koşuyor. Üstelik güveni aradıkları yer de sığınacakları o kişi/şey. Okur! Gözünü aç artık, güven beklemen gereken kişi/şey sevgilin değil, kendinsin! Kendinde bulamadığın o illeti, milletinden nasıl beklersin?
Bireyselleştirdiğimiz sevgili kavramını topluma yayacak olursak, bu dört arayış türünün dinlere konu olduğunu da görebiliriz. Ahmed Siyahi’ler görsel güzelliği, Itri’ler işitsel güzelliği, Mevlana’lar mantık güzelliğini ve onlar(melekler?) da ruhsal güzellikleri ayaklarınıza getirmeye çalışmıyorlar mı? Sanat, sevgilinin yaptırttığı bir “şey” olamaz mı? Ki bu varsayımları sadece bir inanç üzerinden yapıyorum, bir bakın isterseniz şu küçücük dünyamıza, sevgilisini aramayan var mı?
Saygılarımla.